Hastanenin beyaz çarşaflarla dolu odasında uzanırken, gözlerimi açmak istemiyordum. Kirpiklerim birbirlerine yapışmışlardı ve gözkapaklarım ağırlaşmıştı.
Neler olduğunu az çok hatırlıyordum: Tolga beni dövdükten sonra, bayılıp hastaneye götürülmüştüm, orada da bileklerimi görüp beni buraya getirmişlerdi. Buraya kadar hepsi tamamdı, ama burası tam olarak neresiydi? Hiç hatırlamıyordum.
Tüm gün burada uyumak istiyordum, ama geceyi burada geçirdiğimi belirten güneş gözlerimi alıyordu. Üstelik yanımdaki kadın, sürekli beni dürtüp uyandırmaya çalışıyordu. Kadın olduğunu anlamıştım çünkü tiz bir sesle aynı şeyleri tekrar edip duruyordu.
-Eren? Beni duyuyor musun? Duyuyorsan gözlerini aç ve benimle konuş, tamam mı? Ya da bir tepki ver!
Kafamı öbür tarafa çevirip homurdandım. Nerede olduğumu hatırlamıştım: Gençlik Psikiyatri Servisi. Öğğk. Şu an kusabiliri-
Yerimden bile kalkamadan, doğrulduğum yerde çarşaflara kustum. Kendime geldiğim zaman, utanarak yataktan çıktım.
-Çok güzel, uyanmışsın!
Kadının sesine canlılık gelmişti.
-Çarşafları sorun etme, görevli onları temizler.
Ayakta duramayacağımı fark edince sandalyeye oturdum. Kadını izlemeye fırsat buldum. Yeşil gözlü, saçları omuz hizasında kesilmiş bir kadın. Orta yaşlı, boyu ne uzun ne de kısa. Yumuşak, sarkık yanakları, onu yaşlı gösteriyor. Bana gülümsedi, ama gözleri "bir sen eksiktin başıma dercesine" bakıyordu. Herkes için bir problemdim.
Kadının yüzüne uzun süre bakmamak için, arkasındaki pencereye göz attım. Camdan dışarı bakınca zannettiğim gibi sabah olmadığını, vaktin öğleye geldiğini fark ettim. Daldan dala atlayan bir kuş vardı. Bir süre kuşu izledim, kuş uçunca da daha önce fark etmediğim bir şeyi fark ettim: Siyah, demir bir parmaklık.
Kadın bir türlü konuşmayınca kendimi konuşmak zorunda hissettim. Ama aklıma soracak bir soru gelmedi. Ben de cevabını bildiğim basit bir sorudan başladım.
-Neredeyim?
Kadın yalancıktan bir kahkaha attı, ama çok kısa sürdü. Sevimli görünmeye çalışınca daha da itici oluyordu. Belki de sevimli görünmeye çalışmıyordu bile.
-Ah, bence bu sorunun cevabını gayet iyi biliyorsun. Buraya önceden de gelmişsin.
-Bana biraz daha iyi davranmanız gerekmiyor mu? Sosyal anksiyetem ve kişilik bozukluğum var sonuçta.
-Sana değil.
Sinirlendim. Neden bilmiyorum. Zaten neye sinirlendiğimi bildiğimde, o şeyi unuturum ve sinirlenmem. Evet, benim de iyi huylarım var. Bu yüzden kadının alaycı ses tonunu taklit ettim ve;
-Ah, belki de gerçekten intihar etmeyi denemeliyim? dedim.
Kadın birazcık bile etkilenmedi, sadece kafasını iki yana sallayıp güldü. Sonra kapı açıldı, içeri Başhekim geldi. Beni görünce gülümsedi, yanıma geldi.
-Demek yine geldin Eren. Çift taraflı konuşmamı mazur gör ama hoşgeldin, seni gördüğüme sevindim.
Sonra da hemşireye baktı, hemşire bana gülümsedi ve dışarı çıktı. Gayet sevimli görünüyordu, şu an.
Önce bir kollarına bakalım, dedi Başhekim. Bunu daha önce bir kez daha yapmıştı. Yine utandım. Yavaş yavaş kollarımdaki sargıları çözdü. Ben de pencereden dışarıdaki kuşları izledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EREN
Teen FictionOnu asla gülerken görmemiştim. Tebessüm ederken bile. Mavi gözleri hep boş bakıyordu, küçümser gibi değildi, alaycı bir şekilde de bakmıyordu sadece... Boştu işte. Mümkün oldukça az konuşuyordu ve insanlardan kaçtığı oldukça barizdi. O küçük kafasın...