Dünkü olaydan sonra Türkçeci'den ses çıkmamıştı. Ben de endişelenmeyi bıraktım.
Uyandırma alarmıyla uyandık. Hayatımda ilk defa gece hiç uyanmamıştım. Ada'yla vakit geçirmek bana yarıyordu. Efe ile de neredeyse arkadaş olmaya başlamıştık, sandığım gibi kendini beğenmiş bir çocuk değildi. Hatta tuhaf bir şekilde kendine güven duymadığını fark etmiştim.
Gizem'le çıkıyorlardı. Gizem onun elini tuttuğunda veya güzel bir şey söylediğinde, çocuk kızarıyordu. Gizem'in yanında geçen gün okulun önünde Pelin'i öpen çocuk değildi sanki. Hepimiz bizi güvensiz hissettiren zaaflara sahibiz. Benim için onu anlamak çok kolaydı, çünkü hayatımın büyük bir kısmını güvensizliklerimle uğraşarak geçiriyordum.
Ayağa kalktım, sol gözümü ovuşturup esnedim. Saate baktım. 07.12. Gerçekten uyumamıza izin vermişlerdi. Efe'nin kolunu dürttüm, homurdandı.
-Gizem seni terk etmiş, dedim. Gözlerini ovuşturdu.
-Ne, dedi uykulu bir sesle.
-Gizem seni terk etmiş. Daha fazla yapamayacakmış.
Efe'nin o halini görmeniz gerekirdi. Gözleri "im wide awake" dercesine açıldı, hatta saçlarının dikleştiğini bile söyleyebilirim. İfadesizliğimi görünce ayağa fırladı, aynaya baktı ve yan odaya gitmek için kapıya koştu.
İlk başta gülmekten konuşamadım. Gerçekten kahkaha atıyordum. Karnımda yeniden bir şeyler hissedebilmek güzeldi, gülünce yani. Uzun bir süre boyunca sadece gözleriyle gülmüş biri için bunu anlatmak zor. Gülmeye ara verdiğimde,
-Şaka, diyebildim.
Ama yüzündeki şaşkınlık ifadesini görünce yeniden kahkahalara boğuldum. Efe yaptığım piçliği anlayınca yanıma koştu, sonra kapı açıldı. Efe gelenin Ada'yla Gizem olduğunu görünce gülerek üstüme atladı. Şakacıktan boğuşmaya başladık, ama ikimiz de gülmekten bir şey yapamıyorduk. Gülünecek bir şey de yoktu ortada, bu yüzden bu halimiz uzun sürmedi. Kızlar birbirlerine bakıp güldüler, biz de yere oturduk, yığıldık desem daha doğru olur.
-Biz giyiniyoruz sonra bizi çağırın, dedi Gizem.
-Sakın kahvaltıya bizsiz gitmeyin, dedi Ada ve gözlerini kocaman açıp kıstı.
Sonra beni süzüp,
-Pijamana bayıldım Eren,dedi.
Pijama değildi, siyah bir eşofman altıyla uyumsuz gri bir tişört giymiştim. Tabi ki üstüne de siyah bir hırka... Efe ilk başta garipsese de bir şey söylememişti. Yani kısacası söylemiş olmak için söylemişti, ama iltifat iltifattır. Ve Ada'dan gelen iltifatlar... Harikadır. Zaten Ada'nın söylediği her bir kelime dünyayı kurtarabilecekmiş gibi geliyordu bana. Gülümsedim. Felaket'ten öncesi gibi hissediyordum, ama bu his uzun sürecek miydi, önemli olan buydu-hayır, mutlu ettiği sürece pek de önemli sayılmazdı.
Biz de sırayla duş alıp giyindikten sonra, kızları bekledik. Çağırın demişlerdi ama ne zaman çağırmamız gerektiğini söylememişlerdi. Efe'ye baktım, ama telefonuyla oynuyordu ve umursuyor görünmüyordu. Neden hep düşünen taraf benim?
-Saat sekize geliyor, dedim. Kahvaltıya geç kalacağız şimdi çağırmazsak.
Efe omuz silkti. Sonra dostça diyebileceğim bir şekilde gülümseyip,
-Sen zaten hiçbir şey yemiyorsun ki, dedi.
Ayağa kalktım. Kahvaltı yapmıyor olsam da geç kalmayı sevmem. Bu konu konuşmak istediğim türden bir konuşma değildi, ve Efe konuyu uzatacak gibi görünüyordu.
-Ben onları çağırıp geliyorum o zaman, dedim.
Kapıyı çaldım, ses gelmeyince meraktan kapı kolunu çevirdim ve açık olduğunu fark ettim. Oha. Kapıyı daha şiddetli çaldım, ve "Kahvaltıya geliyor musunuz?" diye seslendim.
-Sen misin Eren?
-Evet.
-Kapı açık giir.
Bu uzatılan i harfleri. Aman tanrım didim. Kapıyı açtım ve
...
...
...
Gördüğüm manzara evrenin bana "Efe'ye şaka yaparsın sen ha?!" deme şekliydi. Yemin ediyorum morarmıştım. Mor mor, bildiğiniz mor. Kızlar iç çamaşırıyla. Evet evet, yanlış okumadınız, Ada pembe külodu ve mavi sütyeniyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EREN
Novela JuvenilOnu asla gülerken görmemiştim. Tebessüm ederken bile. Mavi gözleri hep boş bakıyordu, küçümser gibi değildi, alaycı bir şekilde de bakmıyordu sadece... Boştu işte. Mümkün oldukça az konuşuyordu ve insanlardan kaçtığı oldukça barizdi. O küçük kafasın...