Eninde sonunda bir şeyler sona erer, ve hakkında düşünmenin sizi öldürdüğü şeyleri yapma zamanı gelir. İster bu şey intihar etmek olsun, ister iki hafta gençlik psikiyatri merkezinde kaldıktan sonra sınıfa girmek.
Sınıf kapısının önünde durdum ve sanki biri kapıyı benim için açacakmış gibi önünde beklemeye başladım. Üçüncü dersin ortasında filan olmalıydılar. Tenefüs başlayana kadar içeri giremeyeceğimi fark edince hızla geri döndüm ve önümdeki kıza çarptım. Evet. Evet o kız. O. Kıza. Çarptım.
İlk defa sakarlığım yüzünden mutlu olmuştum, çünkü sol elinin işaret parmağının ucu bileğime değmişti. O bilek bir daha yıkanmayacak.
-Selamm! Naber?
Ada tüm samimiliğiyle bana bakıyordu. Gözlerinin altı hafifçe morarmıştı, uykusunu alamamış olmalıydı. Yine de çok neşeli ve hevesli görünüyordu. Her şeyden önemlisi, benimle konuşmuştu. Ona karşı hep soğuktum, ama bana hiç darılmamıştı. Bana gönül koyma Ada. Bana çay koy. Demli olsun.
Ben de ona çince konuşmuş gibi bakıyor-
dum, sanki ona söyleyeceğim tek bir kelime bile tüm depresyon hayatımı ifşa edacekmiş gibi ne demem gerektiğini dü-
şünüyordum.
-İyi, diye mırıldandım, çünkü daha yüksek sesle konuşursam sesim titreyebilirdi. Kahrolsun hormonlar.
-Sınıfa girmeyecek misin?
-Hayır, dedim, hafifçe kafamı sallayıp yere bakarken. Oldukça kararlı hissediyordum. O sınıfa şu an giremezdim.
Hastaneyle ilgili problem bu: İyileştiğinizi düşündükleri zaman sizi salıveriyorlar. Ama doğru zaman o değil. O evre, dışınızın iyileştiği evre. İçinizin iyileşmesi bu evreden sonra başlıyor.
Kollarımda artık yaralar yok, onların yerine incecik çizgiler var. Çoğu kız yaralarının üstüne makyaj yapıyor. Ama kalplerindeki yarayı makyajla gizleyemezler. Kendimizi kendimizden saklayamayız.
-Tamam. O zaman oturup dersin bitmesini bekleyelim.
Kafamla onayladım. Bir duvarın gizlediği merdivenin önündeki pencere pervazına oturduk. Bir an önce zilin çalması için dua ediyordum, çünkü ona bu kadar yakın olmak hiç iyi hissettirmiyordu. Onu uzaktan görmek ve onun hakkında düşünmek daha zevkliydi. Ve bu konuda fazla kasmıyordum çünkü onun ve benim asla o şekilde birlikte olmayacağımızı biliyordum.
"Geçen gün, bayıldığında..." dedi. Kelimeleri her an kırılabilecekmişim gibi dikkatle seçiyordu ve buzun üstünde yürürcesine konuşuyordu.
-Astım hastası olduğunu bilmiyordum.
Kafamı salladım, bana endişeli gözlerle bakınca konuşma ihtiyacı duydum.
-Hastalığım hakkında asla konuşmuyorum, dedim. Hastalığım haline gelmek istemiyorum. Şikayet etmezsem ve ilaçlarımı alırsam, hastalık beni fazla rahatsız etmiyor.
Birkaç saniye sustum, sonra yineledim:
-Hastalıktan oluşan bir insan olmak istemiyorum.
Kafasını salladı.
-Anladım. Nasıl, daha iyi misin bari, dedi.
-İyiyim, dedim.
I said it once
I said it twice
I said it a thousand fucking times
That I'm okay, that I'm fine
That it's all just in my mind*
Sonra zil çaldı. Yanımdayken ondan uzaklaşmak isteyip ayrılınca onu özlemek de ayrı bir saçmalıktı zaten. Hastalığım hakkında düşündüm. Aslında o konuda biraz kolaya kaçıyordum, hastalık hakkında asla düşünmezsem ve onu uzaklaştırmak ve hissetmemek için elimden geleni yaparsam hastalık adeta yok oluyordu.
Beraber sınıfa doğru yürüdük, endişem kısmen azalmıştı. Sınıfa girdiğimde birkaç kişi bana baktı, çoğu görmezden geldi. Görmezden gelmek. Her şeye birebir. Saçma bir an oldu, sonra herkes kendi işine döndü. Öğretmen bizi umursamadan çıktı. Kapıdan çıkmadan önce de bizi şöyle bir süzüp "Sizi yok yazdım." dedi. Kafamı salladım. Çok sikimde.
İpek'in arkasına oturdum. İpek saçma bir şekilde kaşını gözünü oynatınca istemsiz bir şekilde güldüm.
-N'oldu?
-Sizi baş göz edecem, dedi İpek, heştek fesat yüz ifadesi, dedi.
Heştek demişti. Hashtag. Ah şu kız. İpek espritüel biri değildi, belki biraz cahil bile sayılabilirdi. Ama yemin ederim, ondaki mimik kimsede yoktu.
Ben de yerimden en büyük hobimi gerçekleştirdim: İpek'i dinliyormuş gibi yapıp Ada'yı kestim. İçimden de o bana bakmasın, diye dua ediyordum. Ona baktığımı görmesin. Onu seviyordum. O beni büyük ihtimalle sevmiyordu. Benim onu sevdiğimi bilmesini istemiyordum. Onunla birlikte olamayacağımızı da biliyordum. Ama onu seviyordum.
Ders başladıktan yaklaşık beş dakika sonra, bir öğrencinin "ders boş!" diye haykırdığı ve diğerlerinin coştuğu zamanlarda yani, kapı açıldı. Ama giren nöbetçiydi.
-Arkadaşlar haftaya çarşamba üç günlüğüne İstanbul'a gidiyoruz. Bunlar dilekçeler, imzalatılacakmış. Diğer her şey üstünde yazıyor.
Ada.
İstanbul.
Ada ve İstanbul.
Boktan bir bölüm olduğu için özür dilerim. Bir baktım bölümün yarısı silinmiş. Tekrar yazıp güncellemek zorunda kaldım. Wattpad bazen çok sinir bozucu olmuyor mu?
Sıkıldıysanız devamını okumayın. Devam ederseniz biricik okuyucularım olarak kalırsınız. (biricik okuyucular= best bitches forever) Ama sıkıldıysanız da okumayın tabi, kasmaya gerek yok. Neyse, ben burayı günlükleştirmeden, iyi geceler
*Bir defa söyledim
İki defa söyledim
Siktiğimin yüz defası söyledim
İyi olduğumu, harika olduğumu
Hepsinin sadece aklımda olduğunu

ŞİMDİ OKUDUĞUN
EREN
Novela JuvenilOnu asla gülerken görmemiştim. Tebessüm ederken bile. Mavi gözleri hep boş bakıyordu, küçümser gibi değildi, alaycı bir şekilde de bakmıyordu sadece... Boştu işte. Mümkün oldukça az konuşuyordu ve insanlardan kaçtığı oldukça barizdi. O küçük kafasın...