Keyifli okumalar💜🌌
~~~
19.Bölüm
~~~
***
Mart 2001
Helikopterin pervanesi döndükçe rüzgar daha sert çarpıyordu yüzlerine. İlkbahar oralara geç gelirdi. Kışın metrelerce kar yağar; yazın bozkırın ortasında güneş tenlerini yakar, yaşamı zorlaştırırdı. Hava şartları kadar yaşam şartları da zordu burada. Büyük şehirde doğup büyüyen sonra mesleklerini icra etmek için buraya gelen devlet memurları çok zorlanırdı.
Öksüz timi helikoptere bindiğinde kapı kapandı ve helikopter Mardin semalarında yükselmeye başladı. Belki buraya geri döndüklerinde eksik döneceklerdi. Günler, haftalar hatta aylar sonra döneceklerdi. Geride bıraktıkları yoktu çoğunun.
Ali Yüzbaşı ve Gökçe Mira'nın ailesi , Ali Astsubayın karısı ve kızı vardı geride. Diğerlerinin kendilerinden başka kimsesi yoktu. Belki de onun içindi bu mesleği sevme sebepleri .Bir kendileri birde uğruna can verecekleri vatanları vardı hayatlarında...
“Komutanım sizce görev ne zaman biter?” Alp oturduğu yerde rahatsızca kıpırdandı soru sorarken. Ali Yüzbaşı cevap vermeden Ömer atladı lafa. “Niye lan bekleyenin mı var?”
Alp kafasını eğip güldü. “Yarın akşama kadar dönebilirsek evet. Daha uzun sürerse olmayacak.” Seyit sırtına iki üç kez vurdu. “Kim lan o kız?” Alp ağzını açmış konuşacakken Mete konuştu. “Üzüldüm lan kıza. İlk randevusuna çıkıyorsun Mardin gibi yerde. Karşı taraf gelmiyor. İlk buluşmaya gelmeyen düğüne de gelmez unutur evlendiğini.”
Alp cevap verecekken Buğra atladı söze. “Asker adam gecesi gündüzü yok az çok tahmin eder kız. Söylemedin mi lan yoksa kıza asker olduğunu?” Alp kafasını olumsuz anlamda sallayıp konuşacağı sırada Toprak Ali konuştu. “Söylememiştir bu şerefsiz. Daha kızın kim olduğunu söylemedi baksana.”
Bu seferde Gökçe Mira lafı ağzından aldı Alp'in. “Çocuğa fırsat vermedik ki söylesin. Ha bu arada kız asker olduğunu bilip de seni bırakırsa sakın peşinden koşma. Şimdi beklemeyen sonra hiç beklemez. Ben sana mahalleden bir kız bulurum.” Alp tekrar konuşmaya çalıştı ama Toprak Ali izin vermedi. “Bizim mahallede evlenecek kız var mı ya?”
Konu iyice dağılırken Alp kafasına vurdu. Gökçe Mira dedikodu pozisyonuna geçerken anlatmaya başladı. “Terzi Abdullah abinin ikinci kızı var ya. Hah işte o bir güzelleşmiş bir güzelleşmiş. Şimdi öğretmenlik okuyor.”
Ali Yüzbaşı elini salladı. “O çocukken de güzeldi. Yeşil gözleriyle etrafa bakar herkese istediğini yaptırırdı. Bizim oğlan hayvanlık yapar kalbini kırar kızın. Olmaz o.”
Gökçe Mira konuşurken yüzünde hafif bir tebessümle onu izleyen Mete'den bir haberdi. Mete Üsteğmen iç çekmemek için kendini tutuyordu resmen. Gökçe Mira ile vakit geçirmek için sürekli ağacın altına gidip oturuyordu. Onun sayesinde türkü dinleyeme başlamıştı. Ruhunu dinlendiren türküler...
Helikopter pilotu geldiklerini ama iniş yapamadıklarını haber verdiğinde sırayla halat yardımıyla kendilerini yere bıraktılar. Selçuk Teğmenin sahadaki istihbaratçılardan aldığı habere göre sınır tarafta saklanıyordu Reben. Sınırdaki dağlar yüksekti, büyük kayalardan yürümek çok zordu. Burada çatışmaya girenle epey riskliydi çünkü dengeyi kaybettiğin anda uçurumdan yuvarlanırdın. Geriye tek kemiğin bile kalmazdı.
Öksüz timi tam kadro aşağı indiğinde dikkatli bir şekilde dağın aşağısına inmeye başladılar.
“Alp bu görevin ne kadar süreceği belli değil. Reben’i bulduğumuz anda bitecek. Eğer o kızla ciddi düşünüyorsan dikkatli bak etrafa.” Toprak Ali alayla söylemişti sözlerini. En önde yürürken dürbünle etrafa bakmayı ihmal etmiyordu.
“Emredersiniz Komutanım!” Alp telsize konuştuğunda Buğra arkasına dönüp en arkada yürüyen Alp'e baktı. Stresli görünüyordu. Olduğu yerde durup Alp'le aynı hizaya gelmek için bekledi. Ömer ve Seyit arkasından geçtikten sonra Alp yanına ulaştı.
“Seni bu kadar strese sokan kız kim Alp?” Alp güldü. “Hemşire Asude.” Buğra durup yanında yürüyen Alp'e baktı ve omuzuna vurdu. “Seni yere bakan yürek yakan seni! Hangi ara oldu oğlum?” Alp utançla kafasını eğdi. “Oldu işte komutanım.”
“Beyler kesin lak lakı!” Mete Üsteğmen telsizden seslenince susup yürümeye devam ettiler. Bu görev önemliydi. Canlarını yakan bir caniyi adaletin kollarına bırakmak için çıkmışlardı bu yola. Vazgeçtikleri çok şey varken geride bıraktıkları hiç bir şey yoktu.
***
Nisan 2001
Birkaç metre ileri de patlayan bomba kulaklarındaki çınlamayı ikiye katlamıştı. Gökçe Mira kendini kayanın üstüne bırakıp kaskını çıkardı. İki haftadır ne doğru düzgün uyku uyuyabiliyor, ne karınlarını doyurabiliyorlardı. Temizlik açısından sadece ellerini ve yüzlerini yıkayabiliyordu. Suyu temiz olan bir akarsu bulduklarında abdestlerini orada alıyorlar eğer bulamazlarsa teyemmüm abdestliyle namaz kılıyorlardı.
Gökçe Mira kulağını ovarken karşıdan gelen adamı beylik tabancasını çekip anlının ortasından vurdu. Ellerinde, yüzlerinde kurumuş kanlar; vücutlarında yaralar vardı. Hepsinin yüzünde ve vücudunun çeşitli yerlerde morluklar vardı.
Nisan ayı gelmişti ama geceleri ayaz çıkmaya devam ediyordu. Kampta bazen ateş yakamıyor tulumlarına girip dip dipe yatarak ısınıyorlardı. Her gün kilo metrelerce yürümekten ayaklarının altı yara olmuştu.
“Gökçe, kaskını tak!” Mete Üsteğmen sürekli Gökçe Mirayı izliyor ve onu korumaya çalışıyordu. ‘Yemeğini ye Gökçe, uyu Gökçe, maskeni tak Gökçe.’ Gökçe Mira, Mete’nin ona karşı olan ilgisinin farkındaydı. Ama nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Her zaman olduğu gibi akşına bıraktı. Kaskını takıp tüfeğinin şarjörünü değiştirdi, korumayı açıp saklandığı kayanın arkasından çıkıp nişan almaya başladı.
“Bu herifler terliksi hayvan gibi durdukları yerde ürüyorlar anasını satayım.” Seyit kendi kendine söyleniyordu. Sesi yükseltti. “Bir bitin artık o... evlatları!”
“Lan Buğra artık tek kurşunla ikisini vuruyorum. İki haftada kendimi geliştirdim lan!” Ömer neşeyle telsize konuşurken Buğra alayla güldü. “Ben acemi birliğindeyken tek kurşunla iki tane hedef tahtası vuruyordum aslanım. Git Alp'e havalan!”
“Atma Ziya!” Ali Başçavuş Buğra'nın dediklerine gülüp birkaçını yere serdi. “Ömer çatışma bitince Seyit baksın sana şaşı mı oldun?” Hepsi gülerken Ali Yüzbaşı konuştu. “Beş saattir aynı yerde, pozisyon değiştirmeden dürbünden nişan alıyor çocuk normal abi. Sığırlar uyurken geldi pijamayla yakalandım, pijamayla çatışmaya girmedim deme artık!”
“Donla yakalanmaktan iyidir komutanım!” Mete tuvaletini yaparken ateş altında kalan Seyit'e gönderme yapınca hepsi güldü. “Bir dahakine randevu alırız, saat gelmeden işerim komutanım!”
“İşemek dediniz de benim tuvaletim geldi. Bir bitseler de rahatça tuvaletimizi yapsak.” Ömer konuşunca yüzlerini buruşturdular. Buğra dalga amaçlı konuştu. “Silahı bırakabilsem avcunu açardım badi biliyorsun beni. Artık başka sefere!”
“Pis herifler, susun artık. Biri işer biri sıçar.” Gökçe Mira son noktayı koyunca mermilerin ve bombaların sesini dinlemeye başladılar.
“Mete, Ali abi, Seyit batı tarafına; Gökçe, Ömer, Alp doğu tarafına geçin. Ortada sıkıştırıp bombayla bitirelim artık yolumuz uzun.” Ali Yüzbaşının emrini temkinli bir şekilde yerine getirdiler.
“Doğu tamam.”
“Batı tamam.”
Toprak Ali duyduklarıyla hepsine hitaben konuştu. “Kendinize dikkat edin. 1... 2... 3!” Bombanın pimini çekip ortaya sıkışan teröristlerin üstüne artıp kollarıyla kafalarını koruyarak cenin pozisyonuna geçtiler. Kulaklarındaki çınlama yavaş yavaş geçerken temkinli bir şekilde başlarını kaldırıp baktılar. “Allah’ım çok yorulduk şunları hayırlısıyla başımızdan al, karşımıza sığınacak bir yer çıkar.”
“Bitti mi?” Mete ela gözleriyle etrafa baktı. “Hadi inşallah.”
Seyit konuştu. “Dikkat edin lan kedi gibi dokuz canlı bu itler!” Gökçe Mira saklandığı yerden hızla kalkıp beylik tabancısını çekip dumanların içine girdi.
Yerde yatanlara tek tek bakıp yaşayıp yaşamadığını kontrol ediyordu. Çoğu ölmüştü. “Biriniz yaşayın be!” Bıkkınca konuşup bakmaya devam etti. Bir anda ayağından çekilip yere düştü. Bacağında duran dikiş tutmazı çekip onu düşüren kişinin boğazına dayadı. Diğer elindeki silahı çekip adamın karnına dayadı.
Kendini toparlayıp dizlerinin üstüne kalktı. “Reben nerde?” adam zar zor nefes alıyordu. “Reben...” Adam güldü . Gökçe Mira karnında baskı hissedince adamın boynuna dayadı bıçağı çekip yüzünü yumruk attı. Elinin tersiyle adamın karnına dayadığı bıçağa sertçe vurdu ve elinden fırlamasına sebep oldu.
“Konuş yoksa keserim gırtlağını!” Adamın yüzünden ve vücudundan kanlar akarken son nefesini verdiğini biliyordu. Son gördüğü şeyse bu kadının öfke dolu gözleri olacaktı. “Reben... köyde...” kesik konuşurken gözleri kayıyordu. “Hangi köyde?” Tekrar bağırdığında tim başına toplanıyordu. “Bu-buraya en yakın köyde.” Gökçe Mira adamın yakasını bırakıp ayağa kalktı.
“Ne diyor?” Ali Başçavuşun sorusu üzerine ona döndü. “Kürtçe bilmiyorum bakmayın öyle.” Gökçe Mira koyu kahve gözlerini Ali Yüzbaşıya çevirdi. “Buraya en yakın köydeymiş.”
Ali Yüzbaşı Alp'e döndü. “Alp, buraya en yakın köyü bul, en kısa zamanda nasıl oraya gideriz hepsini getir bana. Seyit sende şu adamı yarasına bak. Yaşayacaksa tedavi et, yaşamayacaksa yolda bir yere bırakırız. Siz de bir şey var mı?”
Mete Üsteğmen koluna baktı. “Benim kolumu kurşun sıyırmış komutanım. Önemli bir şey değil.” Ali Yüzbaşı, Seyit'e döndü. “Önce Mete’nin yarasına bak.”
“Ben bakarım Mete’nin yarasına. Çabuk olmamız lazım kan kokusunu alan sivrisinek gibi üşüşürler buraya.” Gökçe Mira, Mete’nin yanına, büyük bir kayanın üstünde oturdu, çantasından malzemeleri çıkarmaya başladı. “Üstünü çıkar.”
“İyi yapacağım derken daha kötü etme Mira.” Gökçe Mira kaşlarını çatıp Mete'ye baktı. “Hepimiz tıbbı yardım için eğitim aldık Üsteğmenim. Ayrıca ben bir buçuk yıl tıp okudum. İzin verin de sizden daha iyi biliyim.”
Mete şaşırmıştı. Tıp kazanacak kadar dersleri iyiydi ama o can kurtarmak yerine canını vermeyi seçmişti. “Doktor olacakken asker olmaya karar verecek kadar ne yaşadın merak ettim doğrusu.” Konuşurken parkasını çıkarmıştı. İçine giydiği kazağıda çıkarıp sadece yeşil tişörtle kaldı.
“Fazla merak iyi değildir demişler Mete. Boş ver.” Malzemeleri ayarlamıştı. Kafasını kaldırıp Mete Üsteğmenin koluna baktı. Derisi kurumuş ve nasır tutmuş elini tişörtün koluna götürüp yukarı kaldırdı. Artık daha net görüyordu yarayı. Islık çaldı. “Lan bu kurşun sıyırmamış ki. Almış götürmüş kolunu!”
Mete Üsteğmen sol eliyle Gökçe'nin ağzını kapattı. “Sessiz ol. Ali Yüzbaşı duyarsa tabura geri yollar beni. Sar yarayı boş ver gerisini.” Gökçe Mira yüzünü kaplayan koca eli tutup aşağı itti. “Daha demin yara sıcak olduğu için hareket ettirdin. Bir süre sonra kolunu hareket ettiremeyeceksin!”
“Bende tıbbı eğitim aldım Mira biliyorum ne olacağını. Sen sarıyor musun Ömer’i çağrıyım mı? Çift dikiş atar koluma.” Gökçe Mira bıkkınca konuştu. “Sarıyorum Allah'ın cezası, sarıyorum. Eğer kolunun oynamadığını görürsem Toprak'a söylerim haberin olsun.”
“Eyvallah!” Gökçe Mira eğitimde öğrendiklerini yaparken Mete onu izliyordu. Duru bir güzelliği vardı Mira'nın. Kalbi gibi temiz yüzü içini yansıtıyordu. Ama Mete onun yüzüne değil ruhuna hayranlık duyuyordu.
İki aydır tanıyorlardı birbirlerini. Gökçe Mira sürekli ağacın altına gidiyordu radyosuyla, sırf Mete ile daha fazla vakit geçirip, onu tanımak için. Mete içinde aynı şeyler geçerliydi tabii.
“Lan, bunların arasında bir şey olabilir mi?” Ömer yerde yatan adamın yaralarına bakan Seyit yanına gidip diz çökmüştü. “Kimler la?” Ömer çenesiyle Mete ve Gökçeyi gösterdi. “He" Seyit anladığını belirten ses çıkarınca Ömer heveslendi. “Salak salak konuşma la. Ne alakası var.”
Ömer omuzlarını düşürdü. “Senin Müjde Ar'a baktığın gibi, Selçuk'un kebaba baktığı gibi, Ali Yüzbaşının Zeynep'e baktığı gibi bakıyor Mete Üsteğmen, Gökçe Üsteğmen'e. Az mantık la.” Seyit kafasını çevirdi.
"Ali komutanım Acem kızını mı seviyor lan?” Ömer gururla gülüp kafasını salladı. “Acem kızı da onu seviyor. Sürekli bir birlerine bakıyorlar. Benim anlamadığım Buğra da bunu fark ettiği halde Acem kızına bakıyor ama onun ki aşk mı ne boksa ondan değil. Başka bir şey var onu çözemedim.”
Seyit adamın yakasını bıraktı. “Anasını satayım time iki tane kadın geldi bütün denge şaştı lan! Bu herifte gebermiş zaten bir halt olmaz bundan.”
Ömer kaşlarını çattı. “Ne oldu lan sinirlendin?” Seyit tekrar diz çöküp Ömer'in hizasına geldi. “Bu time geldiğim ilk gün benim ailem yoktu hepimiz gibi. Biz birbirimizin ailesi olduk. Ben kardeşlerimi kaybetmek istemiyorum. Eğer başkalarını severlerse bizi unutmalarından korkuyorum.”
Ömer tebessümle karşısındaki koca çocuğa baktı. “Ulan salak, seni unutmanın kanı kurusun be.” Seyitte güldüğünde birbirlerine sarıldılar.
“Aldatılmış gibi hissettim lan!” Buğra Astsubay bağırıp üstlerine atladığında yere yığıldılar. Onların bu halini görenler gülerken Seyit sırtını tutuyordu. “Komutanım ayıptır söylemesi ayı gibisin ya! Tüm kemiklerin ezildi!”
Onlar kendi halinde atışırken Mete Üsteğmen kafasını salladı. “Hiç büyümeyecek bunlar." Gökçe Mira iç çekti. “Ne güzel işte. Ruhları hiç yaşlanmıyor.”
“Sende bazen çocuk oluyorsun.” Gökçe Mira kafasını kaldırıp ela gözlere baktı. “Ne zaman?”
Mete güldü. “Müzik dinlerken komutanlar çağırdığında.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞİNA (Düzenleniyor )
Adventure"Kübra hadi gel, kahvaltı hazır!" sesi duyuldu içerden. Normalde bu sesi sizler annenizden duyuyorsunuz değil mi? Evet dediğinizi duyar gibiyim ama bu benim için geçerli değil çünkü ben daha annemi hiç görmedim .Ne garip değil mi sizi doğuran ,dokuz...