15.BÖLÜM

2.9K 135 24
                                    

🍀

Medyadaki şarkıyı dilerseniz dinleyebilirsiniz....

~~~

15. Bölüm

~~~

Şubat 2001

**

Kapı tokmağında olan eli heyecandan titriyordu Üsteğmen Gökçe Mira'nın. Zeynep Astsubayında ondan bir farkı yoktu. Oracığa yığılabilirdi. Bu odadan sonra hayatını mahveden adamın yüzünü görecekti Astsubay.

Kapıyı açıp içeri girdiler. Albay’ın kafası eğikti. İki kadında içeri girip tam masanın karşısına geçtiler.

“Ne vardı?” Albayın soğuk sesi onları biraz rahatlatmış ve kendilerine getirmiş , nerede olduklarını hatırlatmıştı.

“Komutanım” Albay önündeki dosyaya bakarken kaşları çatıldı bir kadının ona komutanım demesi garip gelmişti, kafasını kaldırıp karşısında duran kadınlara baktı.

“Buyurun” hayran kalmıştı bu kadınlara. Dosyalarını okumuş başarılarını öğrenmişti. Biri akademiden birincilikle mezun olup erkeklere taş çıkarmış diğeri yıllarca ailesiz büyümüş ona rağmen yıkılmamış ardından düşman yuvasında yıllar geçirmişti. Karşılarında saygıyla eğilmek istiyordu.

Üsteğmen bir adım öne çıkıp selam verdi “Üsteğmen Gökçe Mira Alptürk. Ankara. 29 .” geri adımladı.

Astsubay bir adım öne çıktı bu sefer “Astsubay Üstçavuş Zeynep Yılmaz. Sivas. 28 .” geri adımladı. Aralarında kısa süren derin bir sessizlik oldu.

Gökçe Mira elindeki zarfı masanın üstüne koydu. Albay Akif zarfı alıp açtı ve satırları tek tek okudu. Yüz hatları sertleşti ve gerildi.

“Üniformalarınız?”

“Komutanım, Astsubayın teröristler tarafından arandığını düşünüyoruz. O yüzden sokağa üniformalarımızla çıkmak istemedik. İki kadının askeri üniforma giymesi halkın ilgisini çekiyor ve merak ediyorlar ve sokakta yürümek haliyle zorlaşıyor açıkçası normal zaman olsa bile üniformayla sokağa çıkmak çok tercihimiz değil bizde yanımızda getirdik. Üstümüzü nerde değiştireceğimizi bilemediğimiz için karşınıza böyle çıktık özür dileriz.” Heyecandan kalbi üç buçuk atıyor her şeyi zorlaştırıyordu.

“Yüzbaşı Bozkurt gösterseydi Üsteğmenim.” Albay tebessümle kurmuştu bu cümleleri. Dosyalar geldiği zaman tim komutanı olduğu için dosyaları onunla incelerken çocukluk arkadaşı olduklarını söylemişti Yüzbaşı. O da çok heyecanlıydı bu olay için yıllardır girmediği çocukluk arkadaşını görecekti. Aynı kanı taşımıyorlardı damarlarımda ama buna gerek yoktu onlar için.

“Ağzı durmuyor ki” mırıltısını duymuştu Zeynep Üstçavuş ve tebessüm etmişti. “ Tanıştığımızı çok belli etmeyelim demiştik ama dayanamamış anlaşılan Komutanım.”

Yapmaları gereken tüm resmi işleri halletmişlerdi. İki kadında silahlarını tekrar alınca çocuklar gibi şen olmuştu. 

Akif Albay son imzayı atıp kafasını kaldırdı “İki dakika içinde üniformalarınızı giyip odamın kapısının önünde olun. Çıkabilirsiniz.” Selam verip odadan çıktılar. Tekrar birini çevirip sordular ,üst değiştirebilecekleri bir yer olmadığını öğrendiklerinde tuvalette üstlerini değiştirmeye karar verdiler.

Hızlıca tuvalete ilerleyip sırayla üstlerini değiştirip koşmaya başladılar. Saniyeler onlar için işliyordu ve ikisi de daha ilk günden kötü anılmak istemezdi. Kapının önüne geldiklerinde Albay kapıdan daha yeni çıkıyordu.

Birde kadınlar geç hazırlanır derlerdi diye düşündü Albay. Eşini beklemekten ağaç oluyordu ama değerdi eşine. Kafasıyla işaret verdi ve kadınları beklemeden yürümeye başladı. Bahçe çıktıklarında tüm gözler onlara çevrilmişti.

Herkes şaşkın şaşkın dimdik yürüyen iki kadına bakıyor ardından selam duruyorlardı. Eğitim alanına doğru yürüdükleri gelen seslerden ve ilerledikçe belli olan malzemelerden belli oluyordu.

Gökçe Mira yanında yürüyen Zeynep'in elini tutup sıktı. Birbirlerine bakıp tebessüm ettiler. Birbirine emanetti bu kadınlar. Atatürk’ün hayal ettiği iki kadındı onlar. Güçlü ve özgür...

Zeynep’in ayakları ilerliyordu ama kalbi ve beyni hiç gitmek istemiyordu. Yıllarca çocukluğunun katili olarak gördüğü adam vardı orada. Ne yapacaktı, nasıl dayanacaktı bilmiyordu. En iyisi belli etmemek diye düşündü içinden. Beli edip kimseye bir şey söylemese kimse anlamazdı değil mi? Belki o anlardı ama zordu.

Sonunda eğitim alanına vardıklarında şınav çeken sekiz veyahut dokuz askerle karşılaştılar.

Albay kendinden emin adımlarla oraya doğru ilerliyordu. Arkasındakilerin varlığından emin ve haberdardı tabii. O da Öksüz timinin vereceği tepkiyi merak ediyordu. Sekiz erkeğin yanına iki kadın. Bekleyip görecekti bu on yetenekli asker kim bilir neler yapacaklardı?

“Dikkat!” bağrışının ardından şınav çekenler hızlıca yerden kalkıp sıraya girdiler. Hepsinin terden göğüsleri ve sırtları sırılsıklam olmuş, alınları boncuk boncuk terler yüzlerinden süzülüp yere düşüyordu.

“Rahat.” Akif Albayın sesi üzerine tüm gözler o tarafa dönmüştü. Hepsi şaşkın şaşkın oraya bakıyordu.

“Kadın mı lan o?” Başçavuş Ömer’in boş boğazı tutmuştu yine daha sözü biter bitmez badisinden dirseği yemesi bir oldu.

“Ömer, senin yüzünden az daha diskoluk oluyorduk bak rica ediyorum bu sefer ağzını açma. Açarsan sıçarım o ağzına.” Buğra Başçavuşun sesi yılmış çıkmıştı.

“Esmer olanın rütbe omuzda mı bana mı öyle geliyor Komutanım?” Alp Astsubayın  sorusunu duyanlar esmer kadına baktı. Gittikçe yaklaşıyorlardı ama net olarak görünmüyordu omzu.

Toprak Ali Yüzbaşı konuşmak istiyordu ama bir türlü nefesini toparlayıp sesini bulamıyordu. Zeynep’ten gözlerini alamıyordu. Düne göre daha da güzel gözüktü gözüne. Üniforma çok yakışmıştı ona. 

“Beyler!” Diye tısladı Yüzbaşı sonunda çıkmıştı sesi. Hepsi suspus olmuştu. Artık yanların ulaşan Akif Albaya bakıyorlardı markalı gözlerle.

“Nasılsınız?”

“Sağ ol!”

“Evet, beyler! Hepinizin meraklı gözlerini görebiliyorum. Lafı uzatmayacağım. Üsteğmen Gökçe Mira ve Astsubay Zeynep artık sizin timinizin bir üyesi.” Arkasına dönüp Gökçe ve Zeynep'e baktı. “Yerlerinize geçin.” Koşarak onlar için açılan yerlere girip Akif Albayı dinlemeye devam ettiler.

“Yoruldunuz mu?”

“Hayır, Komutanım!” Akif Albay gülümsedi.

“O zaman yüz kez bahçeyi turlayın. Isınmış olursunuz.”  Neden yorulduk demediklerini sorguluyordu hepsi .

“Emredersiniz Komutanım!” Akif Albay oradan uzaklaşmaya başlayınca sırayı bozup Gökçe ve Zeynep’e bakmaya başladılar.

Buğra Başçavuşun gözleri doldu, kalbi sıkıştı Zeynep’e bakarken. Bir insan bir insana bu kadar benzeyemezdi imkanı yoktu. Aklıma gelen o anlar titremesine sebep olurken kendini telkin etmeye çalıştı ama nafile oldu. Aklına gelen şeyler kalbine, ruhuna eziyet ediyordu. Bu kadını her gördüğünde ne yapacak, nasıl sakin kalacaktı?

Zeynep Üstçavuş karşısındaki adama baktı. Onun titrediğini gördüğünde gözleri doldu. Bir insan ancak bu kadar can yakabilirdi. Hayatını mahvettiğini düşünmüştü yıllarca bu adamın. Tüm sevdiklerini elinden aldığını sonra rahat bir hayat sürdüğünü düşünmüştü. Gerçekleri fark ettiğinde kocaman bir kadın olmuş o masum hallerinden sıyrılmış hayat ona koca bir kara leke sürmüştü artık. En çaresiz anlarında ranzalarda ağlamak zorunda kalmış ya da dağın başında korkudan titrerken bulmuştu kendini. Hemen gözlerini çekti üstünden bir daha bakmak istemiyordu ona yoksa kendini durduramayacak koşarak boynuna sarılıp ağlamaya başlayacaktı.

Toprak Ali Yüzbaşı mecnun misali Zeynep'e bakıyordu. Kalbinin bu kadar hızlı atmasına sebep bulamıyordu bir türlü. Onu ilk gördüğü zaman hayatın durduğunu hatta ölüğünü sanmıştı. Anlam veremiyordu bu duyguya. Karnına yediği dirsekle soluklanıp kendine geldi ve boğazını temizledi. Yanında duran Gökçe’ye minnetle baktı.

“Merhaba” Gökçe hepsini incelemişti gözüne bir tek Astsubay Yılmaz'ın titrediği ve Zeynep’i ona bakarken gözlerinin dolduğu çarpmıştı anlam verememişti. “Üsteğmen Gökçe Mira Alptürk.”

“Astsubay Üstçavuş Zeynep Yılmaz.” Herkese bakmış gözleri Yüzbaşı da çakılı kalmıştı. Kalbinin ritminin bozulmasına ve hızlanmasına anlam veremiyordu. Ateş Yüzbaşıdan bir farkı yoktu sima olarak ama ona bakarken olmayan Ali Yüzbaşıya bakarken oluyordu.

“Öksüz timinin komutanı, Yüzbaşı Toprak Ali Bozkurt." Gökçe tanıştıklarını söylemek istememişti o yüzdendi bu resmiyet.

“Üsteğmen Mete Ulugöz.” Ela gözleri ve kumrala kaçan saçlarıyla yakışıklı adamdı Üsteğmen. Uzattığı elini sıktılar.

“Başçavuş Ali Günışık. “ yüzüne yayılan koca gülümseme yüzünü iyice temiz yapıyor insan yüreğini ısıtıyordu. Kırışık beyaz teni ve siyah saçlarının arasındaki griler yaşının ileri olmasına rağmen ruhunun hala genç olduğunu açıklığa kavuşturuyordu.

“Başçavuş Ömer Aydan. Tanıştığıma memnun olduğum güzel hanımlar.” Deyip elini uzattı, tebessümle elini sıktı iki kadında. Üçe vurulmuş siyah saçından ter damlası buğday tenine doğru süzüldü.

“Diskoyu çok özledin herhalde Ömer” Mete Üsteğmenin sesi alayla çıkmıştı. Komutanın kızına yazarken yakalanmış az daha diskoya gidecekken Buğra tarafından kurtarıldığını anlatmıştı bir kere o zamandan beri timin diline düşmüştü.

“Yok komutanım o beni delirtmek ve beni zıvanadan çıkarmaktan zevk duyuyor.” Buğra Başçavuş elini iki kadına doğru uzattı ve tekrar konuştu “Başçavuş Buğra Yılmaz. Keskin nişancıyım.” Hafif sarı olan saçları ve buğday teniyle yakışıklıydı. Yüz hatlarıyla azda olsa Zeynep Üstçavuşa benziyordu bu gözünden kaçmamıştı Gökçe'nin. Titreyen elini sıktılar ikisi de.

“Sahada böyle titriyorsan işimiz zor Başçavuş.” Gökçe Üsteğmen merakını gidermek için sorduğu soru Buğra’yı da Zeynep'i de germişti. Cevap veremiyordu Başçavuş.

“İlk defa bir kadınla temas etti de kendisi o yüzdendir komutanım.” Ömer Başçavuş kahkahaları eşliğinde söylemişti bu cümleleri. Hepsi gülmüştü.

“Beyler!” bu seferki uyarı başka birinden gelmişti ama susmalarını sağlamıştı “Teğmen Selçuk Keskin. İstihbaratçıyım. Beni sahada çok göremeyeceksiniz.” Elini uzattı. Hepsinin aksine sakalı vardı. Esmer güzeli denen türdendi.

“Bende senin gibi istihbaratçıyım birlikte takılacağız galiba.” Zeynep Üstçavuş kendi gibi birini bulmanın mutluluğunu yaşıyordu.

“Büyük ihtimal.” Deyip gülümsedi Selçuk Teğmen kısılan gözleriyle sevimli duruyordu.

“Üstçavuş Seyit Uyar. Bomba imha uzmanıyım.” O da diğerlerinin eli gibi nasır tutmuş elini uzattı. Buğday teni ve kahverengi saçlarını yeşil gözleri tamamlıyordu, kemikli yüzüyle görenin dönüp bir daha bakacağı kadar yakışıklıydı.

En sonda duran genç acemi hazır ola geçip selam durdu ve konuştu “Astsubay Çavuş Alp Yağcı. 25. Çorum.” Hepsinin yüzünü tebessüm kapladı. Heyecanlı olduğu her halinden belliydi. Buğra Başçavuşun gerildiğinden titreyen elinin aksine heyecandan titreyen elini uzattı . Zeynep Üstçavuş gülerek sıktı elini. Gökçe Üsteğmen elini sıktı ardından bu acemi askere sarılıp sırtına vurdu. Alp heyecandan yere yığılmak üzereydi. İlk defa birisi ona gerçek bir sevgiyle sarılıyordu. O da sımsıkı sarıldı.

“Tanıştığıma memnun oldum Çavuşum.” Saçını karıştırarak konuşmuştu Üsteğmen.

“Bende Komutanım.” Otuz iki diş sırıtıyordu Çavuş. Gönlünü fethetmişti şimdiden.

“Hepimizle tanıştığınıza göre size kilit sorumuzu sorabiliriz.” Mete Üsteğmen ela gözlerini iki kadının üstüne dikmişti.

“Öksüz veya yetim misiniz?” bu sefer ses Seyit Üstçavuştan gelmişti. Gökçe saçma bulmuştu bu soruyu timin adı Öksüz diye öksüz veya yetim mi olmak zorundaydılar ki böyle bir şey olamazdı Toprak’ın ailesi vardı. Zeynep Üstçavuş yıllarca araştırmıştı bu timi bu sorunun gelmesini bekliyordu.

“Hayır, neden sordunuz?” sesinin meraklı çıkmasına engel olamamıştı Üsteğmen.

“Ben öküzüm. Babam hayatta ama ben onu babam olarak görmüyorum.” Gayet rahat bir şekilde cevap vermişti Zeynep ama Buğra Başçavuş onun aksine iyice gerilmişti.

“Ali Yüzbaşı hariç yetimhane de büyüdük. Ya ailemiz doğar doğmaz bizi yetimhaneye bıraktı yada sonradan yetimhanede yaşamak zorunda kaldık. Hayatı daha çocukken öğrendik. Tüm zorlukları üstümüze gelirken yanımızda bir tek devletimiz vardı bizde bu borcu en baba canımızla öderiz diye düşünüp birbirimizden habersiz asker olduk.”

“Şimdi yolumuz kesişti birbirimize aile, yoldaş, sırdaş, arkadaş oluyoruz. Ali komutanım da bize aile olmayı öğretiyor. Sizde bize abla, kız kardeş olursunuz gül gibi geçinir gideriz.” Ali Başçavuş gülerek kurmuştu onca cümleyi kimini çok uzaklara ailesini  ölümüne götürürken kimini daha kundaktayken ailesine ne yapmış olabileceğini sorgulatmıştı.

Yüzbaşı herkesin uzaklara gittiğini görüyordu. Boğazını temizleyip konuştu “Hadi bakalım daha yüz tur koşacağız toparlanın, girin sıraya!”

*

Yetmiş sekizinci turu koşarken hepsinin nefesleri hızlanmış, kol ve bacakları zor hareket ediyordu. Hepsi yorgunluk nidaları atarken bir tek Zeynep ve Gökçeden ses çıkmıyordu.

“Yorulmadık diyen aklımıza türlü fanteziler üretiyorum haberiniz olsun!” yorgunluktan kesik kesik nefes alan Selçuk Teğmenden gelmişti ses.

“Dua et o fantezileri ben sana uyarlamayım Selçuk!” Mete Üsteğmenin de ondan bir farkı yoktu.

“Selçuk, keşke komutanım olmasaydın lan! Yoksa senin o dilini keser gö-" Seyit Astsubayın sinir devreleri yanmış ellinci turdan beri aralıksız boş yere sövüp sayıyordu.

“Komutanım küfrünüzü bölmek istemezdim ama komutanımız sonuçta düşüncelerinizi size uyarlayarak dilinizi götünüze sokabilir.” Zeynep konuşunca ona döndü Seyit cümlesini yarın bırakıp.

“Bacım kusura bakma ama ben aklıma küfür ettirmem. Hele iki tane bacının yanında kimse küfür edemez onun hayatını sik-"

“Seyit gerçekten hiç bacılarının yanında küfür edilmesini tasnif etmiyorsun, etsen neler olurdu Allah bilir kardeşim.” Ali Başçavuş gülerek konuşuyordu.

“Ulan bir saattir kızın yanında boş yere ana avrat sövdün kime sövdüğün belli değil. Selçuk küfür bile etmedi bu sefer ona sövmeye başladın akli melekelerinde sorun var bence bir doktora görün.” Buğra Başçavuş tur saymayı bırakmış muhabbette dahil olmuştu .

“Benim aklım yerinde siz terbiyeli gibi davranıyorsunuz! Hem benim aklıma yorum yapabilecek zeka var mı lan sende! ” Seyit Astsubay tam gaz devam ederken Yüzbaşı suskunluğunu bozup konuştu.

“Seyit! Biraz daha konuşursan bir elli turda tüm time benden hediye!” hepsi Seyit’e döndü.

“Seyit ağzını açarsan belanı sikerim!” Mete Üsteğmen küfür edilmesinden çok haz almaz biri küfür ettiği zaman kavga çıkarırdı. O bile küfür ediyordu yorgunluktan bundan önce de zaten elli tur koşmuşlardı.

“Mete'ye bile küfür ettiren zalim hayat bize neler yapmaz mümin kardeşlerim!” Ömer Başçavuşun sözlerine hepsi gülerken, Gökçe arkaya döndü.

“Alp! Neden susuyorsun aslanım?” önlerden gelen kadın sesine alışkın olmadıkları için bocaladılar bir an hemen toparladılar kendilerini.

“Tur sayıyordum komutanım!”

“ Kaç tur oldu aslanım?” Yüzbaşıdan gelmişti ses bu sefer.

“Yetmiş yedi!” Seyit Üstçavuş ağzını açacağı sıra Zeynep onu susturdu.

“Kulun, köken olayım sus Seyit ya! Küfür etmekten normal cümle kuramıyorsun yakma başımızı!” Buğra konuşmuştu bu sefer. Hepsinin yorgunluktan kemikleri sızlıyor, akciğerleri yetersiz kalıyordu.

“Ben ne zaman küfür ettim anasını satayım?” bu sefer mırıltıyla çıkmıştı sesi Seyit'in o da koşmak istemiyordu zaten.

“Ulan ne kadar nazlıymışsınız ! Aramızda iki kadın var seslerini çıkarmadılar ,siz susmak bilmediniz.” Toprak Ali Yüzbaşının isyanını hepsi onayladı.

“Hakikaten siz yorulmadınız mı ya?” Selçuk Teğmen kısa süren sessizliğini bozup konuştu.

“Ben yoruldum şahsen ama bağırıp çağırsam duracak değiliz. Eğitimde merhamet vatana ihanettir!” Gökçe Üsteğmeni onaylar sesler çıkardılar hepsi.

“Zeynep, sen?”

“Özlemişim komutanım. Sabaha kadar koşasım var ama dalağım şişti. Hamlamışım.” Haline bur kez daha şükür etti Zeynep. Kendini uzun süredir ilk defa güvende hissediyor, herkese güveniyordu. Çok güzel bir histi.

“Hayırdır, en son ne zaman koştun?” bu soru Buğra Başçavuştan gelmişti. Belki bir ipucu bulur merakımı  giderim amacı güdüyordu ama karşındakinin zekasıyla onu alt edebileceğini hesaba katmıyordu.

“Akademide bir de arada askerlerden kaçarken.” Deyip güldü Zeynep. Hepsi merakla kafalarını ona çevirip baktı “Belki duymuşsunuzdur. Reben kod adlı teröristin bir numaralı adamı Şernas. Şernas bendim.” En önde koşan Yüzbaşı  durunca hepsi durdu.

“Ateş’in yıllardır peşinde koştuğu Reben mi?” Gözlerini Gökçe Mira’ya döndürüp onay bekledi.

Kafasını sallayıp konuştu Gökçe “O. Buraya gelmeden önce Reben beni kaçırdı. Zeynep orada olması Ankara da defin işlemleri gerçekleştiriyordunuz şuan. Bu arada Reben hak ettiğini buldu hapiste şuan.” Deyip güldü.

Alp yumruk yaptığı dişine vurulduktan sonra konuştu “Tövbe de Komutanım.”

Gökçe güldü “ Tövbe desem ne olacak lan olmuş.” Yüzü düşüp, gözleri doldu “Gökhan Şehit olmuş, ben yaşasam ne ölsem ne? Keşke Gökhan değil de-"

Ali Başçavuş onun lafını bölerek “Öyle deme kızım. Allah-u Teala sevdiği kullarını erken alırmış yanına. Hem kendin diyorsun ‘Şehit oldu’ . Peygamber Efendimize komşu oldu inşallah. Allah yolu için canını verdi. Geride kalan bizler üzüldük ama emin ol çok mutlu olduğu yerde.”

Gözünü gökyüzüne dikip derin bir nefes çekti içine Gökçe. Göğüs kafesi akciğerlerine küçük geliyor ,kaburgaları batıyor gibiydi.

Mete Üsteğmen rahat nefes alamayan Gökçeyi fark edip konuştu “Gökçe , göğüsün daralıyorsa yedi kez İnşirah süresi oku. Allah'ın izniyle rahatlarsın.” Bir keresinde göğsü daraldığında Ali ağabeyi – Ali Başçavuş- söylemiş ve ferahlamıştı.

“Hadi Öksüz. Son beş tur.”  Ali Yüzbaşı sıranın başına geçti ve tekrar koşmaya başladılar. Diğerleri kendi kendine mırıldanırken Gökçe dua ediyordu.

“Hani yetmiş yediydi Alp!?” Ömer bağırdı aşamaya doğru.

“Yanlış saymışım komutanım.” Alp geri bağırdığında, Selçuk güldü.

“Beynine oksijen gitmedi herhalde malın!” Ali Yüzbaşı küçük bir kahkaha attı.

“Ulan Seyit! En azında saymış sen hiç saymadın!” Zeynep O kahkahayı bir daha duymak için elinden geleni yapıp tekrar duymak istiyordu o sesi. Dünyada ki o kadar kötülüğün arasındaki tek güzel şey o ses olabilir diye düşünüyordu. Kafasını sallayıp bu düşünceleri attı kafasından.

Kendi kendine mırıldandı “O senin komutanın Zeynep! Onun hayatına girip onu mahvetmeye hakkın yok!” tokat gibi çarpmıştı kendi sözleri suratına. O anlar aklına gelince yüzünü buruşturup tiksindi kendinden. Hayatına kimseyi alamazdı o. Kimsenin hayatını mahvedemezdi.

Son turunda bitirdiklerinde hepsi kendini yere atıp ciğerline rahat bir nefes çektiler “Öksüz! Bugünlük bu kadar yeter. Yarın için iyi dinlenin , canınızı okuyacağım. Şimdi serbestsiniz!” Aldıkları nefes ciğerlerinde patlamıştı adeta. Bugünden daha yorucu bir gün daha düşünmüyorlardı. Koca bahçeyi yüz elli kez turlamışlardı. Sorun yüz elli tur değildi bahçenin çevresinin yedi yüz elli metre olmasıydı.

Ali Başçavuş ayağa kalkıp konuştu “Ben gidiyorum biraz çatlakların yatağında yatayım yoksa kendime gelemem.” Yaşına rağmen çoğu gençten daha sağlıklı bir vücudu vardı.

“Evet Komutanım ya. Yaşlıları çok yormamak lazım unutmuşuz biz sizi!” deyip gülmeye başladı Ömer. Sonra hepsi gülmeye başladı.

Ali Başçavuş boynundan çözdüğü fularını Ömer'e fırlatıp konuştu “Ömer, senin kadar patavatsızını görmedim lan! Hayatta en sinir olduğum insan tipinin tam örneğisin ama sana sinir olamıyorum.” Buğra Başçavuş onu onaylayan mırıltılar çıkardı.

“Resmen duygularıma tercüme oldun Komutanım. Şerefsizi hiç sevmiyorum ama o olmadan da sanki bir şeyler eksik gibi oluyor olunca da hiç bir şey yolunda gitmiyor ama iyi his ettiriyor.”

Selçuk Teğmen yerden kafasını kaldırıp konuştu “Buğra, yoksa Ömer'e aşık oldun lan? Aşkın tanımını yaptın gibi geldi de bana!” herkes kahkaha atmaya başladı.

Ömer, Buğradan uzaklaşmaya başladı “Tacize uğruyorum  resmen!” Zeynep Üstçavuş dizinin üstünde olan kolları arasında ki kafasını kaldırdı .

“Siz kızlara yürürken onlarında böyle his ettiğine emin olabilirsiniz!” herkes ağzı açık Ömer'in vereceği tepkiyi beklerken Buğra kahkaha attı ortamdaki ciddiyeti bozdu.

Kahkahalarını zor zapt eden Buğra söze başladı “ Ömer’e bundan daha güzel bir ders olamazdı!” Ömer Başçavuş  yalandan burunu çekti.

“Deme lan öyle! Kendimi çok kötü hissediyorum şuan!” Ali Başçavuş gözlerini devirip orayı terk etti.

Gökçe ayağa kalkıp üstünü çırptı “Muhabbetinize doyum olmaz beyler. Bende biraz dinleneyim.” Tepkilerini beklemeden binaya doğru yürüyüp poşetini bıraktığı odaya adımladı.

Odaya ulaştıktan sonra poşet içinden küçük el radyosunu alıp poşeti tekrar aldığı yere koydu. Müzik dinlemek yaşam biçimiydi onun. Ruhunu dinlendiriyor, kafasını boşaltıyordu.

Bahçeye tekrardan çıkıp ağaçların olduğu yere yürüyüp en dipteki koca çınarın dibine bağdaş kurup oturdu. Derin bir nefes aldı. Mete Üsteğmenin önerisi işe yaramıştı. Radyosunu açıp, müziğin sesini ayarladı. Çalan müzikle yüzüne tebessüm yayıldı.

Neşet Ertaş'ın sazından, sesinden Allı Turnam...

Kafasını ağacın geniş gövdesine dayayıp müziğin kollarına teslim etti ruhunu. Sazın telleri arasından çıkan her ses ruhuna işleyip, kalbine dokunuyordu.

Kendi ne zaman saz çalacağını düşündü. Dedesi küçükken ona saz çalmayı öğretirken ‘Sazı çalmak için önce aşık olmak gerek.’ Dediğinde bunu bir tek insan aşkı olarak anlayıp gönlünü bir yiğide verdiği zaman insanlar önünde saz çalmaya karar vermişti. Şimdilerde yalnız kaldığı zaman saz çalar, bir kaç şey mırıldanırdı.

Derin bir iç çekti tekrar. Vicdanı onu rahat bırakmıyordu. Bu vicdan azabıyla nasıl yaşayacaktı ? Gökhan olmasa da ben olsaydım diye düşünmeden edemiyordu.

Yanına yaklaşan ayak sesleriyle kafasını o tarafa döndürdü .Mete Üsteğmendi gelen. Havanın soğuk olduğuna aldırış etmiyor gibiydi. Üstünde bir tek kazağı vardı parkasını eline almış salıyordu.

Kendini Gökçenin yanına atıp ayaklarını uzattı ve sırtını ağaca yasladı “Yerimi keşfetmişsin Üsteğmen’im” konuştuktan sonra radyodan yayılan sesi fark edip susup şarkıyı dinledi. Türkü dinlemeyi severdi bir tek. Hareketli müzikler onun hayatına zıttı.

“Doğanın içinin da olmayı seviyorum ve ağaçların, ormanın bir kişiye ait olduğunu zannetmiyorum açıkçası.” Kuru dallar arasından gözüken mavi gökyüzünü izliyordu köyü kahve gözleri.

Mete de ela gözlerini gökyüzüne dikti “Benden başka kimse gelmez buraya. O yüzden benim yerim, yerimdi. Artık bir hususiyeti kalmadı herkesin yeri oldu.” İkisi de sustu. Neşet Ertaş konuşuyordu şimdi. Sazı dile getirmiş, saza can vermişti resmen adam.

Gökçe gözlerini yanında oturan ve gözleri kapalı olan adama çevirdi “ Timden bahsetsene biraz bana" adam gözlerini açmadan karmasının cebinden sigara kutusunu çıkartıp Gökçe’ye uzattı.

“Sigara?” olumsuz cevap alınca paket içinden bir dal alıp dudaklarının arasına koydu. Çakmağı ateşleyip sıfatının dumanını içine çekti.

“Kendin anlamalısın. Açık kart bizim çocuklar belli ederler kendilerini.” Tekrar içine çekti sigarasını “Ama dersen ki ben anlamam  anlatayım.” Gökçe anlamamıştı dediklerini. Garip bir insandı Mete.

“Hepimiz yetimhanede büyüyen çocuklarız. Sen ve Ali hariç. Biz hayatla savaşa daha çocukken başlıyoruz. Bir hata yaptığımız zaman bizi kimse uyarmıyor yada hatamızı düzeltmeye çalışmıyor. Her anlamda yalnız başımıza yaşıyoruz.” Sigarayı ağzına götürüp uzun süre içine çekti.

“Biz artık silah arkadaşı değiliz. Can dostu, badi, yoldaş ... Biz bunlarda değiliz. Biz artık kardeş olduk. Başka ailemiz yok, başka kimsemiz yok. Biz bizeyiz. Göreve çıkarken arayabileceğimiz kimse yok. Biz aynı kanı taşımıyoruz ama kalbimiz bir. İçlerinden birinin canı yansa kalbimde hissederim ben.”

Gözünden süzülen damlayı elinin tersiyle sildi “Biz arkadaş değil aileyiz ve ailemiz kocaman. Sekiz erkek kardeştik sizde isterseniz iki de kız kardeşimiz olur.” Sigarasını son kez içine çekip yere fırlattı ve ayağa kakıp ezdi. “ Seçim sizin. Şimdi kalk gel içeri. Hava soğuk ilk günden hasta olmak istemezsin.”

Parkasını sırtına geçirip oradan uzaklaştı Mete. Radyoyu kapatıp, Mete’nin dediği gibi, hasta olmamak için yerden kalkıp içeri doğru yürüdü. Yeni ailesinin yanına yürüdü.

AŞİNA (Düzenleniyor )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin