spotify:
• arctic monkeys/you're so dark
Bir şey yapmak için bir nedene ihtiyaç yoktur. Sorgulamadan o anı yaşamak her zaman en iyisidir. Zamanın farkında olarak kendini özel hissetmenin en iyi yanının bu olduğunu düşünüyorum.
Ve haklıyım.
Bir olaya fazla odaklanmak, bir cümlenin üzerinde fazla durmak, bir kişiye takılı kalmak, bir müziği bıkana dek dinlemek, bir filmi defalarca izlemek benim asla yapmadığım şeylerdi. Bir kerelik yaşamak yeterli olurdu, aynı şeylerin tekrarı bendeki arzuyu ve hevesi öldürürdü.
Bir de görün ki, her haftanın aynı saatinde sahneye çıkıp aynı şarkıları söylemek zorunda kalmak, beni çok sıkıyordu. Takımın bana ayak uydurması gün geçtikçe zorlaşıyordu; ya erken saatlerde sahne alıyor, neşeli bir şarkıyla başlangıç yapıyorduk, ya da en geç saatlerde hüzünlü şarkılara girişiyorduk. Aynı şeyi yapamamak gibi garip bir takıntım vardı, aynı nakaratı iki defa aynı şekilde söylemezdim, aynı şarkıyı ikinci defa tekrarlatmazdım, aynı, aynı, aynı ve aynı.
Gününü gün et, yarının olmayacakmış gibi yaşa.
Her insanın hayata dair mottosu olduğu bir gerçekti. Aile ya da çevreden kolay etkilenen biri değildim, bana ait olan yaşamıma karışmalarına izin vermezdim. Dahil olan insanlar tek tük yakınlarımdı, onlara da kendim hakkında çok fazla bir şey anlatmazdım. Diğerlerinin gözünde şöyle biriydim; egoist, burnu havada, bencil, boşverin bu süslü cümleleri, tam bir piç kurusuydum.
Doğruydu, benim için tek kelimeyle özetlenmek bu kadar basitti. İnsanların önyargısı zerre umrumda değildi, diledikleri gibi hakkımda konuşabilir, eylemlerimi saçma şeylerle yorumlayabilirlerdi. Bana doğduğumda öleceğim söylenmişti, belirlenmiş bir kader çizgisinde yürümektense rastgele kararlar alıp anı yaşamak işte bu yüzden çok önemliydi.
Fakat bir istisna vardı. Her erişkin bireyin ihtiyaç duyduğu cinsellik, benim için oldukça basitti. Görür, beğenir ve eğlenirdim.
İki ay öncesinde küçük bir bar sahnesinde, taburede oturuyor ve etrafı gözetiyor iken müziğin ayarlanışına homurdanıyordum. Hiç unutmuyorum, ağır harley botlarımın dibinde yarım bir şişe ılımış bira duruyordu, parmaklarım mikrofonu gevşekçe kavramıştı. Saçlarım her zaman uzundu, ıslak bukleler yanaklarıma düşüyor, sıcaktan akan göz kalemini umursamadan etrafı tarıyordum.
Şarkı başlamıştı, uydurmaya çalıştığım ingiliz aksanımla indie rock şarkısı dilime dolanıyordu. Ağır gitar sesi yükseldiğinde şarkıya girdiğim gibi izleyicilerin tepkisini ölçüyor, anlamadıkları üç-beş cümleye başlarını salladıklarını görüyordum.
Bir anda, gerçekten bir anda olmuştu, bilirsiniz, anlık şeyleri severdim. Biriyle göz göze geldim. Genelde sarhoş tipler ve etrafına sırnaşan ayyaşlardan ibaret olan bu ortamda gözlerini üzerime dikmiş, ağzımdan çıkan her bir kelimeyi özenle dinleyen birine rastlamak beni afallatmıştı.
Üzerinde siyah deri ceket vardı, sprey boyaların neon renkleri karanlık ortamda parlıyordu. Göğsünün yarısına kadar açık bir gömlek giyinmişti, kalın baldırları yüksek sandalyenin demirlerinde dinleniyordu. Bir elinde birası varken parmağında sigarayı tutuyordu, dirseği arkasındaki tezgaha yaslanmış, yayılmış bir şekilde oturuyordu. Onu izlediğimi fark ettiğinde nakarat kısmı geldi, son şarkının, son teklisinde.
"You're so dark, babe
But I want you hard."Partinin bitiminde, lanet ortama ayak uyduran sarhoş yığınlarını bir türlü bunun parti olmadığına ikna edemediğim için buna göz deviriyorum, kokuşan bardan dışarı çıktığımda, tek sebebi o kişinin peşinden koşmamdı.
Sahneden indikten sonra bile bakışmalarımız sürmüştü, aynı nakaratı iki defa söylemeyen benim için zihnimde dönüp duran kelimelerin hesabını sormam gerekiyordu. Gecenin bir yarısında buraya gelmiştim, şimdiyse güneş kollarını aralamaya başlamış, gece veda ediyordu. Tatlı bir uyku için, hm, yapılacak tek bir şey vardı ve eh?
Kapanmakta olan kapıdan bedenimi hızlıca kaçırdığımda kaldırımda durmuş ve bir sigara ateşlediğini görmüştüm. Onu omzundan dürterek ilgisini çektiğimde şaşkın göz bebekleri farklı bir tona bürünmüş ve irileşmişti. Kalın dudakları kızarıktı, burnunda sıkıştırmalı halka vardı. Yüzünü yakından görebilmek onu özetleyebilecek birçok kelimeye davetiye çıkarıyordu fakat diyebileceğim tek şey, seksiydi işte.
Lanet derece seksi.
"Yardımcı olabilir miyim?" Dudaklarını aralar aralamaz nazik bir şekilde sormasına iç geçirdim. Elbette ben yardımcı olmak isterdim, onun için dizlerimin üstünde durup zırvanadan çıkmasını sağlamak ve karşılığını almak, yapabileceğimiz en büyük yardımlaşma olurdu zaten.
"Motor senin mi?" diye sordum, yaslandığı motoru işaret ederek. Gözlerimi suratından ayırmama rağmen aynı şekilde büyük bir sırıtışla cevapladığında, içten içe kuduruyordum. Dudaklarında duran izmariti uzun parmaklarıyla kavradığında elleri hakkında konuşmaya başlayacak kadar kendimden geçmiştim. Zaaflar tamamen insan saçması şeylerdi ve şimdi hoşlandığım her bir özelliğin karşımdaki varlıkta buluyor olmak, dizlerimi titretiyordu. Göklerdeki inançsızlığıma kızgın tanrı bir anda karşımda belirmiş gibiydi, ona itaat edebilmek için anı kolluyordum.
"Seni evine bırakmamı ister misin?" Sessizliği dağıtan sorusu kıkırdamama sebep olduğunda alt dudağımı ısırmıştım. Anında bakışları kaymış, bedenini dikleştirmişti.
"Olur," dedim, bacağımı koltuktan uzatıp motorun üzerine binerek. Önümdeki boşluğu patpatlamış, hızlıca yerleşen kalçasına yaslanarak belinden sıkıca sarılmıştım. "Bunu çok isterim."