Sabahlar her zaman güzel başlar.
Çünkü uyandığınız zamanla bilincinizi geri kazandığınız o kısa zaman aralığında her şey güzeldir. Yaşananlar unutulmuştur, üzüntüler silinmiştir, ağrılar dinmiştir, kızgınlıklar yok olmuştur ve uyandığınız yerin bir önemi kalmamıştır. Fakat ne zaman bilinciniz geri gelir ve her şeyi hatırlarsınız, işte o zaman gününüz başlar.
Jimin'in sabahı da günü de berbat başlamıştı.
Gözüne bir damla uyku girmemişti. Namjoon'dan ayrıldığı zaman yaşadığı acı onun uzak bir yerlere gittiğinin habercisiydi ve bu acıyı ceza olarak kabul etmiş ve çekmişti. Bir saatin sonunda hafiflemişti. Namjoon yurduna dönmüş olmalıydı. Zaten sonra da o yorgunlukla yarı uyumuş, yarı camdan dışarı bakmış zor bir gece geçirip kalkmıştı.
İştahı yoktu ve yataktan çıkmak istemiyordu. Kendine söyleyemese de sanki sevgilisinden ayrılmış gibi hissediyordu. Bunun mühürden de kaynaklanıyor olabileceğinden şüpheliydi çünkü aralarındaki bağ sahibini istiyor olma olasılığı çok yüksekti. Ona yormalıydı bu hisleri.
Böylece suçluluk duygusu azalırdı.
Belki.
MESAJLAR:
Namjoon: Yarım saat içinde aşağıda olur musun?
Gitmem gereken bir yer var.
Sıkı giyin.
Mesajı okuyup saate baktı. Oldukça erkendi. Saatin 7.30'unda nereye gidiyordu bu adam?
Üzerindeki pijamaları çıkarıp altına bir eşofman altı; üstüne tişört, onun üstüne hoodie ve kot ceketini geçirdi. Dolabının derinliklerinden sırt çantasını bulup ayakkabılarını giydiğinde saat 8'e gelmişti. Bu kadar hızlı hazırlanmayı ne zaman keşfetmişti?
Kapının önüne çıktığında alfayı görmeyince ufak çaplı bir şok geçirdi. Bir haftadır onu kapısının önünde bulmaya alışmıştı ve şimdi boş banklara ve yola bakmak onu boşlukta hissettirmişti. Namjoon çok geçmeden uzaktan göründüğünde minik bir heyecan belirdi karnında. Dün yaşadıklarından sonra onunla nasıl konuşacağını bilemiyordu.
Namjoon üzerine geçen spordan geldiği zaman giydiği gibi kıyafetler giymişti: şort, hoodie, şapka, Airpods, spor çantası, koşu ayakkabıları. Fakat öncekinden oldukça farklıydı. Gülmesine alışkın olduğu yüzü netti, dudakları kıvrılmamıştı bile Jimin'i gördüğü zaman. Ayrıca ona koşarak gelmiyor, sağlam ve soğuk adımlar atıyordu.
İlkbahar sabahı oldukça soğuktu.
Keskin rüzgâr bedenini yakıyordu.
Onu çok kırmış olmalıydı.
"Günaydın Namjoon." dedi hafif neşeyle. Sabah sanki mükemmelmiş gibi.
"Hyung." diye tamamlamaya çalıştı Namjoon.
Jimin'in rüzgârdan dolayı gözleri sulanmıştı.
"Günaydın Namjoon hyung."
"Günaydın. Yürüyebilirsin umarım, gideceğimiz yer o kadar uzak değil."
"Sorun değil."
Tüm konuşmaları bundan ibaretti.
Rüzgâr hala esiyordu.
Namjoon önde, Jimin onun iki adım gerisinde ilerlediler. Kendi yurdunu aşıp, okul yolunun yanındaki ormana gelmişlerdi. Burası büyük bölümü orman olan bir parktı. Bir tarafında çocuk oyun alanı, yanı mesire yeri ve kalan kısmı ise ormanı da kendine bağlayan bir koşu parkıydı. Namjoon'un sabah sabah salıncakta sallanmayacağı ya da mangal yapmayacağı düşünülürse spora gelmiş olmalıydı. İyi de neden kendini de beraberinde sürüklemişti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Don't Bite Me | Minjoon
FanfictionJimin, biricik dostu Taehyung ile Starbucks'tan çıktıktan sonra aklında sadece yarın gireceği son sınavı vardı. Belki de bu yüzden karşısında ona doğru gelen 2 tane büyük kurdu hissetmemişti. "Onun kalbini mühürlemek isterdim. Poposunu değil." -OMEG...