Masmavi gökyüzü göz alıcıydı.
Güneş doğmuştu.
Kuşlar cıvıldıyordu.
Yakında bir dalda iki küçük kuş, insanlar anlamasa da birbirlerine günaydın diyordu. Biri, güzel güneşin, ağaçların dallarındaki yaprakları ışıldatıp harika bir şekilde parlattığını söylüyor, yanındaki ise bunun güneşten değil, aslında diğer kuştan kaynaklandığını tatlıca itiraf ediyor ve sonunda iki kuş da minik turuncu gagalarını birbirlerine kapatıyorlardı.
Yaprakların onlara mahremiyet vermesini sağlayan rüzgar, her şeyi gösteren açık pencereden içeri girdi.
Işık huzmeleri beyaz çarşafları rüya gibi gösterirken yatakta yatan gri saçlı çocuk uykusundan çıkmaya hazırlanıyordu. Derin bir nefes alıp gözlerini açmadan önce mutlulukla gülümsedi. Öyle huzurlu uyumuştu ki, sanki yıllardır uykuya açmış da bu yatak ve yanında yatmış olan onun sayesinde doymuş gibiydi.
Bu his çok kısa sürmüştü.
Gözlerini açmadığı, o uyku halindeki sarhoşluğuna geri dönmek için artık çok geçti.
Sol tarafı, bir çöl kadar büyük ve boştu. Bir çöl kadar yakıcı ve acı vericiydi. Bir çöl kadar yalnız ve tek başınaydı. Kolu çölün sonuna dokunuyor olabilirdi ama hissettirdiği duygulara uzanacak olan kollar yoktu.
Kimse yoktu.
Park Jimin sanki hiç var olmamış gibi ortadan kaybolmuştu.
Kulağında hissettiği titrek bir nefes ve dudaklarının üstünde dolanan bir şey vardı. Çok önceden konulmuş ve orada izini bırakmış bir öpücük ve üç kelime.
"Özür dilerim, aşkım."
*******
"Ne demek Jimin kayıp?"
"Bilmiyorum, bir uyandım yatakta yok! Be-"
"Bir saniye, yatakta yok derken? NE YAPTINIZ ORALARDA SİZ!?"
"Taehyung bir şey yapmadık, of şu noktaya takılma ADAM YOK! KAYIP DİYORUM SANA!"
Taehyung ve Jungkook, hayra alamet bir telefon almamışlardı. Bu üç gün sürekli birlikte vakit geçirmişler, canları ne yapmak istiyorsa onu yapmışlar ve asla ayrılmamışlardı. Alfanın evinde rüyalar gibi bir geçen gecenin sabahı yatakta sarmaş dolaş uyudukları sırada acı bir telefonla bölünmüştü huzurları.
"Belki hava almaya çıkmıştır. Aradın mı? Resepsiyon ne diyor? Otelde belki vakit geçiriyordur." dedi Jungkook. Taehyung'un telefonu hoparlöre alınmıştı ve yatağın içindeki iki çıplak bedenin ortasına koyulmuştu.
"Telefonu kapalı. Resepsiyon bir şey bilmiyor. Yoongi hyung ve Hoseok ile bir saattir bakmadığımız yer kalmadı."
"Oraya geliyoruz." dedi Jungkook yataktan kalkıp.
"Gelmeniz faydasız. Eşyalarını da alıp götürmüş, Seul'e geri dönmüş olmalı. Biz şimdi yola çıkıyoruz. Bir iki saate geliriz."
Telefon kapandığında odada huzursuz bir sessizlik oldu.
Taehyung ağlamak üzereydi. Asla onu bırakmamalıydı. Başından beri en yakın arkadaşıyla o kampa gitmeliydi. Hatta o ve Namjoon sinemaya gittiklerinde onları takip ettiği gibi yine takip etmeliydi. Neden Jimin'i dinlemişti ki? Bu hafta çok iyi bir çocuk olmasına kanmamalıydı. Taehyung'a hediye alması, Namjoon'a iyi davranması ya da Jungkook'un onun boyu hakkında dalga geçmesine izin vermesine aldanmıştı. Hatta Çarşamba günü okuldaki toplantı odasına da gitmek hataydı. Jimin'in kampa tek başına gidebileceğine ve hiçbir şey olmayacağına dair onu inandırmak için hazırladığı 93 sayfalık sunumu neden dinlemişti mesela? 58. Slaytta uyuya kalmıştı gerçi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Don't Bite Me | Minjoon
FanficJimin, biricik dostu Taehyung ile Starbucks'tan çıktıktan sonra aklında sadece yarın gireceği son sınavı vardı. Belki de bu yüzden karşısında ona doğru gelen 2 tane büyük kurdu hissetmemişti. "Onun kalbini mühürlemek isterdim. Poposunu değil." -OMEG...