chapter one: after

2.4K 142 36
                                    

HAZİRAN 2016, WAKANDA

"Biliyor muydun?"

Sevgilinin ürkek, korkak fısıltısı, o kırmızı titrek dudaklardan dışarı süzüldü. Oysa bu iğrenç soru, o dudaklara hiç yakışmıyordu. O sorunun cevabı, dillendirilmeyi hak etmiyordu. İhanet, şimdi elle tutulacak kadar kalındı, bir sis, bir matem gibi sarmıştı etraflarını. Uzakta, bir çift mavi gördü. Soğuk, pişmanlık dolu ve tetikte. Karşısında ise kaçınılmaz olanı. Parıldayan bir çift dünyanın en savunmasız, en kırılgan, en güzel kahverengisi. Fakat bir yanlışlık vardı. Öncesinde bu kahverengiler heyecanla, hayatla, aşkla parıldardı. Şimdi ise dökülmemiş gözyaşlarıyla.

"O olduğunu bilmiyordum."

Ve hangi yalan söküp alabilirdi o gözyaşlarını? Hangi yalan geri döndürebilirdi hayattan daha büyük olan bu adama eski parıltısını? Çünkü doğrular, iğrenç ve çürümüş kelimelerden ibaretti. Her şeyi bitirebilecek kadar keskin ve kaçınılmaz.

"Benimle dalga geçme, Rogers! Biliyor muydun?"

Hayır, diye çığlık bir ses uzaktan. Uyan,bu bir kâbus.

Sadece küçük bir an için dünya durdu gibi hissetti. Bakışları bu kadar delici, dudaklarından dökülen kelimeler bu kadar keskinken başka türlü hissetmesi mümkün müydü? O dudaklar şimdi titremiyordu, düz bir çizgi halini almıştı. Çenesi gergin, gözleri ihanetle buğulanmıştı. Artık biliyordu, kaçış yoktu. İkisi de biliyordu, bu sondu.

Uyan!

"Evet."

Sevgili, göğsünü hızla itti ve geri adımladı.

Hayır!

Yine de o gözyaşları hiç düşmedi, o gözler ihanetle parlamaya devam etti.

Aynı bakışta buluşmuş gözler ayrıldı. O bir çift kahverengi, şimdi ulaşamayacağı kadar uzaktaydı.

Özür dilerim, özür dilerim.

Şimdi her şey bitmişti.

Tehditkâr bir kırmızı ve cesur bir altın rengi, ihaneti örttü ve sevgili kendini gizledi.

Hayır uyan, uyan. Uyan!

Düşman, yumruğunu savurdu.

UYAN!

Steve, nefes nefese bir anda kendini yataktan yere attı. Birkaç adım sendeledi, dengesini kaybetmek üzereyken yatağın sol tarafına, devasa pencerenin yanına konumlandırılmış komodine tutundu. Nefes alışverişi süper asker olmasına rağmen düzensiz ve kontrolsüzdü. Kalbi, her geçen saniye sanki göğsünü delip fırlayacakmışçasına çılgınca atıyordu. Derin nefesler alıp verdi, nefesleri ve kalp atışı bir nebze kontrole girene kadar ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu. Sağ eli, tam kalbinin bulunduğu yerde tişörtünü sımsıkı kavramıştı. Tüm vücudu terlemişti, beyaz tişörtü vücuduna yapışmış, saçları terden ıslanmıştı. Yatağına baktığında beyaz çarşafların ve yastığın da farksız olmadığını gördü. Diğer elini komodinden çekti ve yatağın kenarına oturdu. Başını eğip elleri arasına aldı. Derin, titrek nefesler almaya devam etti.

Bu rüyanın, kabusun, uykusunu ilk esir alışı değildi. Fakat her sefer, bir öncekinden daha kötüydü. O gözler her zaman bir önceki rüyadan -tanrım, sanki gerçekten bir rüya mıydı ki?- daha kırılgan, daha savunmasız, daha sönmüş bakıyordu. Ve ihanetin buğusu her seferinde daha da esir alıyordu kötü rüyalarında -ve Sibirya'da- her zaman en sevdiği tarafından yenilmeye ve ihanete uğramaya mahkum kalmış adamın gözlerini. Onun ihanet ettiği, onarılmaktan öte kalbini kırdığı adam. En son o uğursuz günde, o çürümüş sözlerin söylendiği soğuk sığınakta gördüğü adam.

Untold • StonyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin