chapter three: the age of extremes

1K 103 24
                                    

EYLÜL 2013, NEW YORK

Steve, oturma odasındaki sandalyesine oturmuş, bir yandan kitap okurken, diğer yandan yeni doldurduğu sıcak kahvesinden yudumluyordu. Kahvenin sıcaklığı dilini biraz yakmış olsada, kahvesinin boğazından midesine kadar izlediği yolda hissettirdiği sıcaklık, ağzında bıraktığı tat ve kupasından buram buram yükselen müthiş kokuya değerdi. Her ne kadar büyük bir düşkünü olmasa da, kahvenin onu yatıştırıp, ona keyif verdiğini inkar edemezdi. Özellikle keyif alınacak bu denli az şeyinin olduğu bu zamanlarda, yakaladığı küçük mutlulukların keyfini çıkarmaya çalışıyordu.

Bucky'nin hayatta olduğunu öğreneli dört ay olmuştu. HYDRA'nın SHIELD içerisinde paralel bir yapı oluşturduğunu öğreneli, Winter Soldier'ın -Bucky- onu neredeyse öldüresiye dövdüğü ama sonrasında onu o nehirden çıkararak hayatını kurtaralı tam koca dört ay geçmişti. Peggy'i son göreli, Winter Soldier'ın maskesinin düşüp eski bir dostun yüzünü açığa çıkaralı, dört ay. Ve o günden beri onu arıyordu, Natasha ona dosyaları verdiğinden beri. Sam ile birlikte akla gelebilecek her yeri aramışlardı, akla gelmeyecek olanları bile hatta. Ama Bucky hiçbir yerde yoktu, sanki hiç var olmamış, gerçekten seneler önce o trenden düşmüş gibi, yine hiçliğe karışmıştı. Steve'in durmaya niyeti yoktu, Bucky'nin de ortaya çıkmaya. Eğer Sam olmasaydı şuan bile hala onu haritada parmağının ucunu değdirebileceği her yerde arıyor olabilirdi. Fakat Sam ara vermeleri gerektiğini, eğer Bucky bulunmak istemiyorsa onu bulabileceklerinin mümkün olmadığını acı bir şekilde yüzüne vurmuştu. Daha da acısı, haklı olmasıydı. Belki Steve Bucky'i parmak ucunun değebileceği her yerde arayabilirdi, ama Bucky'de parmağıyla göstermediği diğer bir uçta olabilirdi.

Bir ömür sürebilecek fare yakalama oyunu bu Steve, demişti Sam ona. Dünya çok büyük, fare ise çok küçük. Ara vermeliyiz, ona zaman tanımalısın. Elbet ortaya çıkacak.

Sam'e güçlükle de olsa hak vermişti, sonuçta o onun arkadaşıydı, Bucky'nin onun için olduğu şeye en yakın kişiydi. Kimseye güvenemedikleri, herkesin hedefi oldukları zamanda Natasha ve kendisine kapısını açmış, kendi problemi olmamasına rağmen onlarla birlikte canı pahasına savaşmıştı. Her şey bittiğinde ve eve dönme vakitleri geldiğinde ise arkasını dönüp gitmek yerine aylarca Steve ile bir sürü yere sürüklenmişti. Durmaları gerektiğini içinde bir yerlerde biliyordu Steve, ama kendini buna kabul ettiremezdi. Durmak, onun için o dört ay boyunca Bucky'den vazgeçmek, onu bırakmak, o trende olduğu gibi, o zamanda bıraktığın gibi, anlamına geliyordu ve bunu bir daha yapamazdı Steve. Ama Sam her zamanki gibi mantığın sesi olmuş, bu şekilde ne kendilerine, ne de Bucky'e yardımcı olduklarını, suların durulmasını beklemeleri gerektiğine ikna etmişti. Üç hafta önce son durakları olan Alaska'dan, Sam Washington'a, Steve ise New York'a dönmüştü.

Şimdi ise, her şeyin başladığı yerde, Brooklyn'de kiraladığı küçük apartman dairesinde oturmuş, kahvesini yudumlarken, bu çılgın yüzyıla daha da iyi ayak uydurmak adına satın aldığı Aşırılıklar Çağı adındaki kitabı okuyordu. Aradaki zamanı kapatmak adına küçük fakat etkili bir araştırma yapmış ve piyasada bulunan en iyi yakın tarih kitaplarını satın almıştı. Birkaç kez internetten pdh(?) indirip bedavaya okuyabileceğini söyleyenler olmuştu, Steve ise yalnızca gülümseyip, kitap sayfalarını parmakları arasında hissetmeyi daha çok sevdiğini söylemişti. Ne bahsettikleri hakkında hiçbir fikrinin olmadığını bilmelerine gerek yoktu sonuçta.

Teknoloji ise apayrı bir mevzuydu. Tabi ki Steve buzdan uyandığı iki yıl boyunca bir şeyler öğrenmişti, ama gerçek yaşıtlarından pek bir farkı olmadığının, hatta onların dahi gerisinde olduğundan emindi. Ama bu tamamen onu suçu değildi, sonuçta neredeyse yetmiş yıl kaçırmıştı ve son on yılda iki üç kat hızlı bir gelişme yaşanmıştı teknoloji alanında. Bu çağın teknoloji çağı olduğunu pek çok sefer duymuştu. Ve birden ayak uydurması beklenemezdi, değil mi? Ev içindeki teknolojik aletleri kullanmak her ne kadar ilk başlarda fazlasıyla kafa karıştırıcı olsa da, -yani neden çamaşır makinesinin üzerinde bu kadar çok tuş vardı?- yine de eninde sonunda kavramış ve şimdi çoğu zaman sıkıntı yaşamıyordu. Ve şaşırtıcı bir biçimde bilgisayar kullanmakta o kadar da kötü değildi.

Untold • StonyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin