ARALIK 2013, NEW YORK
Steve panik içindeydi.
O akşamdan sonra -düşüncelerinde dahi o akşamı Tony'i öpmek istediği akşam olarak tanımlayamıyordu- hayatı dramatik bir biçimde değişmişti. Öncelikle Tony'nin gözlerinin içine yüzü kızarmadan bakamıyordu ki, bu bir saniyeden uzun bakmayı başarabildiği sayılı anlar için geçerliydi. Ne zaman aynı odada tek başına kalsalar, Tony'nin her zamanki alay ederek ona sataşmalarına, onu güldürmek için yaptığı saçmalıklara ve esprilere yalnızca belli belirsiz bir kafa sallama ya da sessiz bir-iki kelime ile cevap verdiğinden odada gergin ve rahatsız edici bir sessizlik oluşuyordu. Tony'nin kendisinde olan değişimi hissedebildiğini fark etmişti. Adamın diğerlerinin yanında ya da özellikle baş başa kaldıklarında yalnızca sohbet edebilmek ve iletişim kurabilmek için çaresizce çabalayışını da. Bu her ne kadar Steve'i üzüyor olsa da elinden gelen hiçbir şey yoktu, çünkü o akşamdan sonra her şey değişmişti.
Tony'i öpmek istemek, o isteği ve hissi fark edip tanımak Steve için büyük bir şoktu. Bundan dolayı o akşam herkes arkadaş sohbetinin keyfini çıkarırken, kalın yumuşak battaniyelerin sıcaklığı paylaşırken, aynı şakalara gülüp aynı şarkıları söylerken; kırmızı dudaklarını tek bir saniye dahi terk etmeyen gülümsemesiyle yanında oturan Tony'nin yanında taş gibi kaskatı kesilmişti. Tüm vücudunu ve zihnini çarpan elektriği andıran farkındalık hissi, oturuşunun dikleşmesine, gözlerinin irice açılmasına ve göğsünde kalbinin hızla çarpmasına sebep olmuştu. Sanki beyninden geçen düşünceleri o an herkes duymuş gibi paniğe kapılmış, hızla yerinden kalkıp kendini lavaboya kapatmıştı. O lavaboda ne kadar uzun süre kaldığını bilmiyordu, döndüğünde herkes ne kadar uzun kaldığından şikayetçi olmuştu. Ama Steve klozet kapağının üzerinde yüreği ağzında ve iri gözlerle otururken, zamanı sorun etmemişti.
Tony'i öpmek istemişti. Dakikalar geçtikçe, cümlenin beyninde yarattığı balyoz etkisi daha da şiddetlenmişti. Bugün bile, bu düşünce başına ağrılar girmesine neden oluyordu. Günlerdir bunun üzerine düşündükçe, cümlenin ifade ettiği anlam daha da kötüleşiyordu.
Tony, onun takım arkadaşıydı. O her ne kadar asker olmadıklarını ifade ediyor olsa da ve Steve de öyle olmadıklarının farkında olsa da, Avengers'taki herkes onun için Komandolar'daki arkadaşları gibiydi. Hatta daha fazlasıydı. Avengers onun bu yüzyılda bulduğu ailesiydi. Ve Tony bu ailenin büyük bir parçasıydı. Bir buçuk sene önce küçük görüp kibirli bulduğu bir adamdan, ona bir ev veren ve daha da önemlisi ona arkadaşlığını veren bir adama evrilmişti.
Tony onun ailesiydi.
Ve Tony bir erkekti. Elbette Steve bu yüzyılda aynı cinsiyette olan insanların birbirlerine aşık olmasının bir suç olmadığını, aşkın cinsiyetinin olmadığını dünya üzerindeki çoğu insanın kabullendiğini biliyordu.
Ama yinede aklının kilisedeki parlak yeşil gözlerinin içi gülen çocuğa kaymasına engel olamamıştı.
Steve o zamanlar 12 yaşından büyük değildi. Her pazar sabahı annesiyle kiliseye dua etmeye gelirlerdi ve bir sabah, en ön sırada onu görmüştü. Alnını örten açık kahverengi kıvırcık saçları, gülümseyen gözleri ve yukarı kıvrılmış ince dudakları Steve'e onun gördüğü en güzel insan olduğunu düşündürmüştü. Kilisenin camlarından içeri süzülen cılız gün ışığında dahi saçları ve gözleri parıldamıştı. Belki de Steve'den en fazla üç-dört yaş büyüktü. Oturuyordu, ama Steve onun uzun boylu olduğundan emindi. Tanıdığı tüm oğlanlar ondan uzundu, ama adını bilmediği bu yabancı güzel çocuk kesinlikle Buck ile aynı boyda olmalıydı. Steve onu daha önce hiç görmemişti, o günden sonra da kilise dışında asla göremeyecekti. Çocuk onu nazik ve hafif bir baş sallamasıyla selamladığında, Steve'in kalbi çoktan onun için çarpmaya başlamıştı bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Untold • Stony
FanfictionO söylenmemiş şey her zaman oradaydı. Tony yıllarca fark etmese de, Steve her ne kadar saklayıp görmezden gelse de. Ve her geçen gün büyüdü ve tüm ekibi parçalayacak kadar zehirli bir şeye dönüştü.