chapter eleven: in the claws of the past

918 80 62
                                    

Hoparlörlerden yükselen müzik o kadar gürültülü bir hal almıştı ki, kendi dahil kimsenin sesini duyamaz hale gelmişti. İnsanların çığlık attığına emindi, hatta bu noktada kendi dahi çığlık atıyor, son ses kulakları dolduran şarkıya eşlik ediyor olabilirdi. Hiçbir şeyi duymuyordu, zaten bunu istediği için bu gece buradaydı. Kendi ona sürekli uğursuz şeyler fısıldayan iç sesini, onu paramparça etmeye yemin etmiş acıyı uyuşturmaktı tek istediği. Başarılı oluyor gibi de görünüyordu.

Etrafındaki tüm bedenler terli ve sıcaktı. Kimse sabit değildi, her şey ve herkes dönüyordu. Parmaklarını ıslak saçlarının arasından geçirdi. Bir yabancı, sanki bir aşıkmışçasına dudaklarını esir aldığında itiraz etmedi; göğsünü saran eller değiştiğinde de. O sıcak dudaklar bu sefer boynuna yöneldiğinde, başını geriye, diğer sıcak bedenin omzuna yasladı. Dudaklar nazikçe boynuna öpücükler kondurup emerken, bir elini dudakların sahibinin uzun sarı saçlarının arasına geçirdi; diğer elini arkasındaki asla bir yüze sahip olmayan yabancının boynuna dolayıp kendine çekti. Boynuna ve az önce dudaklarına kondurulan öpücüklerin aksine, sert ve acımasız bir şekilde öptü yabancıyı.

Zihninde ona rahat vermeyen hain sesi susturacak, sürekli orada olan acıyı hissetmeyecek kadar uyuşmuştu belki. Ama acı sürekli oradaydı. Hissetmiyor, düşünmüyor olsa da, istemsizce başkalarının da canının yandığını, onlarında az da olsa acı çektiğini görmek, onlara acı çektirmek, onu yatıştırıyordu.

Dünyaya karşı alması gereken bir hınç vardı sanki.

Farkında olduğu bir şey değildi, belki asla olmayacaktı. Bu yüzden yabancının dudaklarını sertçe kanatacak kadar ısırdığında ve yüksek müziğe rağmen acıyla inlemesi kulağına ulaştığında dudakları yukarı kıvrıldı. Kanı diliyle sildi, parmaklarını saçlarının arasından geçirip sertçe kavradı ve çekti.

Bedenler değişti, yüzler hep silik kaldı. Müzik hiç susmadı, Tony dans etmeyi hiç kesmedi.

Gözlerini açtığında, odanın ışıklarının açık olduğunu fark etti. Yataktaki pozisyonunu hiç değiştirmeden boş gözlerle tavanı seyretti. Yorganının altından sol elini kalbinin üzerine götürdü ve avucunun altında hızla atan kalbini hissetti. Büyük odada duyulan tek şey hızlı nefes alış-verişleriydi. Sertçe yutkundu ve gözleriyle etrafını inceledi.

"Efendim?"

Gelen sesle bir an irkilecek gibi oldu, fakat sonra rahatladı.

Jarvis.

"Efendim, bir kabus gördünüz. Şuanda saat sabah 05.43, Stark Kulesi'ndesiniz."

Kabus değildi, diye düşündü hızlıca. İrice açılmış gözlerini sıkıca yumdu. Bir süre gözlerini açmadan öylece yatmaya devam etti. Göğsünü saran elleri, kulağının arkasındaki sıcak nefesi, boynuna kondurulan nazik öpücükleri ve dudağındaki kan tadını hala hissediyordu. Hissi unutana kadar gözlerini açmadı.

Dürüst olması gerekirse, asla unutamayacaktı. Bu yüzden koca yatağın tam ortasında, tek başına yorgana sıkıca sarılarak, tüm o hislerin uyuşmasını bekledi.

"Efendim?" diye sordu yeniden Jarvis. Yapay zekanın sesinde bir anlığına dahi olsa tedirginliği duyduğuna yemin edebilirdi.

Birkaç saniye, yada birkaç dakika, sonra cevap verebildi. "İyiyim, J. Sorun yok."

Birkaç defa mantra gibi tekrarladı cümleyi kafasının içinde.

İyiyim. Sorun yok.

Nasıl uyuşturacağımı çok uzun zaman önce öğrendim.

Untold • StonyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin