KASIM 2013, NEW YORK
Avengers alarmı çaldığında, hepsi birlikte oturma odasındaydı.
Thor, yaklaşık bir buçuk hafta önce Asgard'dan geri dönmüş ve o bir haftayı sevgilisi Dr. Jane Foster ile geçirmişti. Üç gün önce kuleye gelmişti ve şimdi Clint ile yeniden Mario Cart maratonu yapıyorlardı. Son oynayışlarından beri yıldırım tanrısının kendini oyunda geliştirdiği ve Clint'i zorlamaya başladığı kimsenin gözünden kaçmıyordu. Şuanda aralarındaki tek fark, Clint'in üç galibiyetiydi.
Bruce, televizyonun çaprazındaki tekli koltuklardan birine kurulmuş, elindeki Stark tabletinde Steve'in asla anlayamayacağı şeyler yapıyordu. Arada bir gözlerini tabletinden ayırıp gözlüğünün üstünden Clint ve Thor'un çekişmeli mücadelesine bakarak gülümseyip işine geri dönüyordu.
Tony ve Natasha, devasa camın önündeki küçük masada satranç oynuyordu. Thor ve Clint'inkinin aksine, o masada geçen çekişme sessiz ve tehlikeliydi.
Steve ise televizyonun tam karşısındaki üçlü büyük koltukta kıvranmış, bir yandan defterine çizim yapıyor, diğer yandan her iki tarafında süren çekişmeleri izliyordu.
"Hiç Rusya'yı özlüyor musun?" diye sordu Tony. Filini, Natasha'nın atına saldırmak için hareket ettirdi ve ellerini çenesinin altında birleştirdi.
Natasha ise saldırıyı piyonuyla engelledi. "Şöyle düşün: hiç zırhlarından Mark II'yi özlüyor musun?"
Tony dudaklarını büktü. "Bazı zamanlar." Kalesini ileri sürdü.
"İşte cevabın," dedi, Tony'nin vezirini alırken. "Şah."
"Kahretsin."
Steve oturduğu yerde doğruldu ve koltukta onları daha iyi görüp duyabilmek için diğer uca doğru ilerledi. Tony, kısık gözlerle satranç tahtasını incelerken, sandalyesinde geriye yaslanmış Natasha'nın dudakları memnuniyet içinde yukarı kıvrılmıştı. Gözleri ikili arasında gidip gelirken, en son Tony'de takılı kaldı. Esmer adamın gözleri, bir sonraki hamlesini planlarken kısılmış, kaşları hafifçe çatılmıştı. Parmaklarını hafifçe masaya vuruyordu. Steve'in aklına Tony'nin atölyesindeki hali geldi. Sürekli hareket içerisinde olan beden dili, konsantrasyon ile çatılmış kaşları, kırmızı kazağının içinde parıldayan ark reaktörü, hologramlarda ve klavye üzerinde ustalık ve zarafetle gezinen ince uzun parmakları.. Şimdi tek fark, etrafı yüksek teknolojiyle donatılmamıştı, bilimsel bir problem çözmeye veyahut yeni bir proje üretmeye çalışmıyordu. Ve bugün üzerinde siyah, Steve'in adını bilmediği bir müzik grubunun tişörtü vardı.
Sonunda Tony ne yapacağına karar verdi ve son atını feda etti. Daha sonra Natasha, "Hiç yalnız yaşamayı özlüyor musun?" diye sordu. "Malibu'da."
"Patlayan oklarla uğraşmadığım ve salonumun ortasına yıldırım düşmediği zamanlardan mı bahsediyorsun?" Tek kaşını kaldırdı, dudaklarında ise haylaz bir gülümseme vardı.
Natasha gözlerini devirdi. "Ne demek istediğimi biliyorsun."
Steve de bu sorunun cevabını merak etmişti. Acaba Tony onlarla yaşamaktan memnun muydu? Koltukta biraz daha kıpırdanırken, ikili onları izlediğini fark etmemiş gibiydi.
Tony nefesini dışarı verdi. Daha sonra Natasha feda ettiği kalesini alınca huysuzca homurdandı. "Malibu bronzlaşmak için daha iyiydi, orası kesin."
Steve hafifçe güldü. Natasha yandan ona bakınca ise hafifçe öksürdü.
İkisi de bir süre bir şey demediler, odadaki tek ses son eli kazanan Thor'un yüksek kahkahaları ve Clint'in Thor'un sesi altında bastırılmış itirazlarıydı. Natasha büyük ihtimalle Tony'ye baskı uygulamak istememişti. Ama birlikte yaşadıkları kısa sürede Steve'in öğrendiği bir şey varsa, o da Tony'nin çok boyutlu düşünmede uzman olduğuydu. Bu yüzden, piyonunu boş olan sütundaki son kareye getirdi. "Vezirimi alayım." Natasha'ya sırıtarak baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Untold • Stony
Fiksi PenggemarO söylenmemiş şey her zaman oradaydı. Tony yıllarca fark etmese de, Steve her ne kadar saklayıp görmezden gelse de. Ve her geçen gün büyüdü ve tüm ekibi parçalayacak kadar zehirli bir şeye dönüştü.