Paylaştıkça çoğalırdınız, paylaştığınızda eksilmezdiniz. Kaybettiğiniz bir şey olmaz, kazandığınız şeyler olurdu. Mutluluk paylaştıkça çoğalır, diyenler doğru diyordu. Mutluluk, sevgi, neşe... Bu duygular paylaştıkça çoğalırken; hüzün, acı, keder, üzüntü gibi duygular paylaştıkça azalıyordu.
Paylaşmak size hep artılarda bulunurdu. Uzun lafın kısası; paylaşmak güzeldi...
Ali paylaşmayı seviyordu. İçtiği suyu, yediği ekmeği, yattığı yastığı, üzerine aldığı yorganı, aldığı oksijeni dahi paylaşırdı ve bundan tek bir saniye dahi gocunmazdı. Bu dünyada olan bu dünyada kalacağı için ona ait hiçbir şey yoktu, bu düşüncedeydi. Ve geldiği yer -dünya- ona yeterince verirken, onun da bencil olup almasının anlamı yoktu. Aitlik ve sahiplik kalıpları kapitalizmin tepsiyle öne sürdüğü bir şey olduğunu düşünüyordu. Ölecektik ve kefenin cebi yoktu, açgözlü olmanın ve bencil olmanın hiçbir manası yoktu. Yaşadığın yer yüzünü gelecek nesillere güzel bırakmak adına belki de o yollardan biri bencil olmamaktan geçiyordu.
Ancak onun paylaşmayı sevmediği tek bir şey vardı. Ya da şeyler. O da sevdikleriydi, ki bu da gelecek nesillere bırakılacak bir şey değildi. Sevdiği insanları bir başkasıyla paylaşmayı sevmezdi. Belki bencillikti ancak bu konuda bencildi. Belki kıskançlıktı, ki bu konuda kıskançtı. Belki de bunu yaptığı için psikolojik rahatsızlıkları ve sorunları olabilirdi. O halde kabul ediyordu, öyleydi.
Küçükken oyuncak arabasını herkesle paylaşırdı mesela, bundan asla gocunmaz ve çekinmezdi çünkü annesi ona bunu öğretmişti. Ya da diğer oyuncaklarını. Ama annesini, dayısını, yengesini, Hüma'yı ve Attila'yı... Ve listeye eklenen yeni bir üyeyi daha.
Korhan'ı.
Sevdiği insanları paylaşmak istemiyordu, sanki bir başkasıyla o kişiyi paylaşsa, artık onu daha az sevecekti de bir daha onu umursamayacaktı ve görmeyecekti. Ya da sevmeyi bırakacak ve bir daha ona karşı artık sevgiyi hissedemeyecekti. Ali için ne kadar değerli olduğunu göremeyecekti ve onu bırakıp gidecekti. Belki de sebebi sevgiye olan açlığıydı ve Ali bunu doyuramadığı içindi böyle oluşu, bilemiyordu. Ancak buna engel de olamıyordu.
Hatta Anıl ile Halil'i de paylaşmak istemiyordu kimseyle ve onlar da listeye Korhan'la beraber girmişlerdi. Kimisi buna kıskançlık kimisi bencillik diyecekti. Hatta bir başkası psikolojik rahatsızlık diyecekti. Ama umrunda değildi. Yasemin ne kadar iyi biri olursa olsun Korhan ile aynı ortamda olmasına katlanamazdı. Sebebi karşı cins olması asla değildi. Sebebi Yasemin'in, Korhan'ın hem eski sevgilisi olması hem de hâlâ Korhan'a karşı duygular hissetmesiydi. Yasemin bugün açık açık belli etmişti davranışlarıyla hâlâ Korhan'a karşı bir şeyler hissettiğini. Korhan'a güveniyordu, ancak içinde olan o his peşini bırakmıyordu.
Daldığı derin düşünceleri, duyduğu melodik sözler bölmüş ve onu o düşünceler arasında boğulmasına engel olup elinden tutarak çıkarmıştı karanlık dehlizden. Hatta yetmezmiş gibi gülümsemesine bile neden olmuştu. Ela gözlü oğlan, sevdiği adamın ve Anıl ile Halil'in getirdiği kuruyemiş ve cipsleri kaselere pay ederken dudaklarında konuşlanıp üzerine de yapışmaya çalışan gülümsemeyi büyük bir zorlukla silip kaşlarını çattı ve dudaklarını düz bir çizgi haline getirdi. Sert bakışları mutfağın girişinden kafasını uzatıp yaramaz çocuklar gibi sırıtan sevdiği adamın mavi ateşleri ile buluşunca o ateşin gelip göğsünde yanmaya başladığını hissetti. Buna alışamayacaktı sanırım. Yüz yıl da geçse o ateş hep en harlı şekilde yanacaktı orada ve hiçbir su o ateşi söndüremeyecekti.
Ela gözlerini ondan alıp işine kaldığı yerden devam etti ve dolaba yöneldi içecekleri almak için. Kulağına dolup kalbine akan şarkı sözleriyle ve sözlere ayak uydurmaya çalışan adım sesleri ile ciddi durması ve işini yapması her geçen saniye daha zor oluyordu. Sevdiği adam şarkıya o bet ve kalın sesiyle eşlik ettikçe şarkıdan soğuması gerekirken bu şarkıyı ölene kadar dinleyebileceğini düşünüyordu. Aşk adamı ciddi anlamda mal ediyordu ulan, bu ne salak saçma işti!