Hatalar varsa kapayın gözlerinizi yok sayın, hatasız kul olmaz diye boşuna dememiş Orhan Gencebay bey...
Ben gidiyom buralarda dolaşıyom şimdilik.
Hayrınıza üzerime yorum fırlatın valla kendi kendime yazıp gidiyomuşum gibi geliyo, hadi selametle kalın
***
Doğanın bir düzen içinde olup o düzene uyarak yol kat etmesi örnek alınması gereken bir şeydi. Onda her şey dengedeydi ve ona ne verirsen onu alırdın. Atalarımızın "Ne ekersen onu biçersin." demelerinin sebebi de bu yüzdendi bence.
Ne onda alacağın kalırdı ne de vereceğin. Zamanında verir, zamanında alırdı. Bir düzeni vardı ve tek sefer bile ondan şaşmazdı, insan engel olmadığı sürece. Kışı getirirken haber verirdi. Baharı getirirken de öyle. Görevini daima yerine getirir, aksatmazdı. Hayran olunasıydı.
Zaman su gibi akıp gitmiş, baharın ortalarına gelinmişti. Havalar ısınmış ve ağaçlar da bundan nasibini alarak çiçek açmaya başlamıştı çoktan. Havada gezen ılık rüzgar insanı sarhoş edecek kadar güzel ve rahatlatıcıydı. Baharı her daim sevmişti, umut vaadediyordu ona.
Yaşadığı en güzel bahar da bu bahardı, yanında sevdiği vardı çünkü. Açık pencereden gelen ve kulaklarına dolan kuş cıvıltıları ile hafif esip perdeyi havalandıran rüzgarın içinde yarattığı huzurun tarifi yoktu, buna yanına uzandığı bedenin uyuyuşunu izlerken de eklenince tüy gibi hissediyordu kendini. Kafasındaki kaosu bastırmış ve kalabalığı unutmuştu bile. Parmakları saçlarında gezerken seyretmeye devam etti. Hafif aralık dudakları, bir kadını kıskandıracak kadar gür ve uzun kirpikleri, burnundaki ve yanaklarındaki küçük ve belli olmayan çilleri, yanağındaki iz... Her şeyiyle kusursuz geliyordu, kusurları bile güzeldi. Sevince kusurlar bile bir başka. Öyle bir yol tutmuştu ki her şeyiyle bambaşka.
Parmakları saçından yüzüne doğru rotasını değiştirdiğinde ilk önce göz kapaklarında gezindi, ardından kirpiklerine değdi. Oradan da yanaklarında ki ve burnunda ki belirsiz çillerde parmak izini bırakan esmer genç kendinden habersiz nefesini tutmuştu. Parmakları yeni çıkmış sakallarında tüy hafifliğinde gezinip izini oraya da bırakırken her yerde izi olsun ve kalsın istiyordu. Onu unutturacak hiçbir şey olmasın, her baktığı yerde onu görsün, her yediği yemekte onu hatırlasın, her içtiği suda onu bilsin, her işittiği seste onun sesini arasın istiyordu. Tıpkı kendisi gibi... Burnu ile dudakları arasındaki çukurdan da geçtikten sonra son durağı dudakları olmuştu. Baş parmağını usulca alt dudağında gezdirdiği sıra parmağına konan öpücükle hareketi durmak zorunda kaldı. Beklemediği şey karşısında kalbi bir kuşun kanatlarını çırpışı gibi hareketlenmiş, cıvıltıları da kalbinin etrafını sarmıştı.
Göz kapaklarını kaldırıp cennetin vaadini veren ela gözleriyle karşılaşınca dudakları çoktan yer çekimine meydan okuyarak yukarı doğru kıvrılmıştı bile.
"Günaydın yavrum..." diyen Korhan'ın gülümseyen yüzüne bakan kumral genç bulaşıcı etkisine mağlup olup gülümsedi o da.
"An itibariyle günüm aydı canına yandığım." deyip yüzünü ona döndü. Oldukça yavaş bir şekilde gerinirken yanındaki bedene daha çok sokuldu ve yüzünü boynuna gömüp dudaklarını oraya bastırıp bekletti. Yeni uyanmıştı ama bu sıcaklık ve koku karşısında bıraksalar ömür boyu uyur, tek bir söz dahi etmezdi.
"Ne zaman uyandın?" diyen Korhan elini sevdiğinin beline sarıp Ali'nin bedenini iyice kendine çekti, parmaklarıyla da terlemiş saçları geriye doğru taradı ve saç bitimine dudaklarını bastırdı.
"Yanıma uzandığın zaman, geldiğini hissettim. Sen ne zaman geldin?" diye kısık ve pürüzlü sesle sordu. Yeni uyandığı için sesi tarazlı ve boğuk çıkıyordu.