Bulunduğunuz en kalabalık ortamda bile göz bebekleriniz ne yapıp edip birisini arayıp ve aradığınız kişiyi anında bulduğunuz oldu mu hiç hayatınız boyunca? Gözleriniz onu bulur bulmaz hücrelerinize kadar titreyip kalbiniz kasılıp gevşedi mi ya da muhtaçmışçasına? Göğüs kafesinize sıcak bir his gelip taht kurdu mu veya? Onun canı sıkkınken, o sıkıntı gelip sizin boynunuza dolanıp nefesinizi kestiği oldu mu? Ya da onun güzelliği karşısında boğazınıza kadar anlamlandıramadığınız his dolup taştı mı?
Ali'nin çok olmuştu, hâlâ da devam ediyordu bu durum. Geçer miydi yoksa bu duygular ve türevleri bir ömür devam mı ederdi, bilmiyordu ama geçmesini istemiyordu. Öte yandan da geçsin istiyordu çünkü bu duyguları hissettiği an, en savunmasız anlarıydı. Nasıl bir durumun içinde olduğunu kestiremiyordu kumral genç.
Karşısında olan derslikteki dersin bitmesini bekliyordu ayağını ritmik şekilde yere vururken. Utanmasa ıslık öttürecekti ama birisi görse deli damgasını yapıştıracaktı ona, ibne diye damgalanmıştı ve deli ibne diye damgalanası yoktu açıkçası. Ali hâlâ beklerken kolundaki saate baktı. Sınıftan çıkacak kişiye demesi ve görmesi gereken bir durum vardı. Dünden beri görmüyordu ve göz bebekleri muhtaçmış gibi onu arıyordu okula geldiğinden beri. Kendi dersi bittikten sonra kantine ya da Attila'nın yanına gitmek varken, yaklaşık kırk dakikadır dersliğin karşısında durmuş sevdiği adamı bekliyordu. Beklemek değildi sorun, Ali beklemeye alışıktı ve beklemeyi seviyordu. Sıkıntı olan durum sevdiği adamın dünkü konuşmasından sonra onunla yeniden konuşmak isteyip istemeyeceğiydi. Ali, beklerdi. Yeter ki cılız da olsa bir alev olsun onun için. Ateşin etrafında dönmeye ve kanatlarının yanmasına razıydı bir pervane gibi.
Karşısında olan dersliğin kapısı açılıp öğrenciler yavaş yavaş çıkarken ela gözlü genç hissettiği heyecandan dolayı titrek bir nefes aldı ve sırtını yasladığı duvardan ayırıp yerinde dikleşti hemen, ellerini kot pantolonunun arka ceplerine sokarken. Bazı öğrencilerin gözleri ona değip giderken bazılarının ise değmeden yoluna bakıyordu ama Ali'nin gram umrunda değildi bu durum. Kapıdan çıkan öğrenciler arasında beklediği sima değil de tanıdık iki sima görüş alanına girerken onların arkasına baktı onu görme umuduyla.
Parmak uçlarında yükselip öğrenci kalabalığı arasında yanık olduğu simayı tavaf etti elaları. Gözleri birkaç saniye sonra aradığını bulmanın verdiği hisle titrerken dudakları kıvrılıp kıvrılmama arasında gidip geliyordu o sıra. Korhan sınıfta durmuş, hoca ile bir şeyler konuşuyordu.
En kalabalık meydanda da olsalar Ali'nin gözleri o kişiyi bulurdu, onda dururdu ama ondan geçmezdi. Gözleri ondan geçse yüreği geçmezdi.
Yanına gelen ve önünde duran iki bedeni sonradan fark eden Ali kıvrılmamak için titreyen dudaklarını birbirine bastırdı hızla. Gönül koyduğu ama gönlünü alması gereken bir adam vardı ve çabalaması gereken bir aşkı vardı. Yapacağı şey hata da olsa keşke demektense iyi ki yapmışım diyeceği bir durum vardı. İnsanlar hataları ile olgunlaşırdı ve Korhan, Ali için hata bile olsa belki de en güzel hata olacaktı ileride. En azından keşke demezdi. Gözleri hâlâ hocayla konuşan esmer oğlandan ayrılıp önünde duran adamlarda dururken "Ne haber yenge..." diyen Anıl'ın sözünün aniden kesilmesine neden olan Halil'in ensesine şamarı yapıştırmasıydı.
Ali, kaşlarını çatıp iki kaşının ortasında küçük bir yarığın oluşmasına neden olurken demin olan durum karşısında, Anıl'ın dediklerini anlamlandırmaya çalıştı bir süre. Ama anlam veremedi yenge demesine.
"Allah'ın boş boğaz ve salak herifi, boş yapma iki dakika lan." dedi Halil sinirle.
"Şerefsiz acıttın." diye elini ensesine götüren Anıl, acıyan yeri ovdu Halil'in dediği şeyi umursamadan.