BÖLÜM 3

156 20 15
                                    


İnsan ömrü üç günlük derler. Doğduğunda beyaz bir kundağa sarılır. İlk günü geçer. Büyür, beyaz bir gelinlik giyer, ikinci gün olur. Öldüğünde beyaz kefene sarılır. Son gün de biter.

Zülal üzerindeki beyaz gelinliğe baktı. Herkes çok güzel olduğunu söylemişti, görüp geçirdiği her halinden belli olan yaşlıca bir teyze de üzerine 'Allah çirkin şansı' versin diye ekledi. Amin demeye gerek bile duymadı Zülal. Paşagillerin kızı olarak doğmuş, Kervancıoğlu konağına gelin gidiyordu. Bundan ala şans olur muydu hiç?

Başındaki duvaktan etrafındaki renklerin canlılığını tam fark edemese de dışarıda birbirinin içine girmiş davul zurna ve çocuk seslerinden üç nesil anlatılacak bir düğün olduğunu anladı. Avucundaki kınaya takıldı gözleri. Eşine kurban olsun diye yakılırmış geline. Dudağının köşesiyle mahcup bir şekilde gülümsedi. Ah bu geleneklerin romantik hikayeleri! Eliyle diğer elindeki kınaya yuvarlaklar çizdi, tekrar tekrar kına yakar gibi. Mirza da eline dokunduğunda kalbi böyle atacak mıydı acaba? Hiç yüz yüze doğru düzgün konuşmamış olmanın verdiği bir gerginlik vardı üstünde. Onu doğurup bugüne kadar büyüten kadına, annesine dahi göstermediği yerlerini kırk elin yabancısı bu adam görecekti şimdi. Görmekle kalsa yine iyi parmak uçları gezinecekti teninde, dudakları ıslatacaktı en mahrem yerlerini. Tam şimdi biri görse Zülal'i allığı da fazla kaçırmışlar derlerdi. Arkadaşları, annesi, yengesi her biri ona o malum konuşmayı yapmıştı. Her biri sanki bir aşk tanrıçasıymışçasına bambaşka şeyler anlattılar. Ne olacaktı? Ne konuşacaktı? Midesi de bulanmaya başladı. Daha kalbine bile tam anlamıyla yerleştiremediği -ki bunu istediğinden emin bile değilken - bu adamla aynı yatakta aynı güne mi uyanacaktı?

Kafasını dağıtmak için etrafa göz gezdirmeye başladı. 'Çorbalar servis edilmeye başlamış. ' dedi mırıldanarak. ' Birazdan bizi alırlar. ' Gözlerini kısarak halayda onlardan birileri var mı diye baktı. Pek iyi tembihlemişti abisi baştan çok oynamayın meraklı gibi olmayalım diye. Belli ki abimin sözünü dinlemişler diye düşündü. Eliyle tarlatanı tutarak köşedeki koltuğa oturmak istedi. Ne rahatsız şeydi şu gelinlik? Oturması bile dert. Her güzel şeyin elbet bir dikeni var diye düşündü. Rahatsızdı olmasına ama çok güzeldi. Güneş Hanım özenerek seçmişti kumaşını. Diline Güneş Ana hitabı yerleştirmeye çalışsa da zihninde hala Güneş Hanımdı. Oturduğu yerden kapıya dikti gözlerini. Mirza açsa şimdi? Ona nasıl hitap edecekti? Gıyabında hep "o" diyerek halletmişti işlerini. Onun haberi var mı? O da gelecek mi? O ne diyor? Ama işte o gün geldi. O adam karşısına çıkacaktı. Gözünü gözüne dikip "o" nerde kaldı mı diyecekti. Mirza diye kısık sesle mırıldandı. Belki kendi kendine tekrar ederse kulağı alışırdı. Her Mirza bi öncekinden daha güçlü bir sesle çıkıyordu. Dili Mirza derken kalbinden de kendi adını tekrarladı. Mirza, Zülal, Mirza, Zülal, Mirza, Zülal. Yakıştı adı adıma sanki. Zülal Kervancıoğlu. Bu da olduğu kadar artık dedi kendi kendine. "Mirza" dedi tekrar üstüne basa basa. Sanki okumayı yeni öğrenmiş de ilk okuduğu kelimeymiş gibi iki hecede, heyecanla söylemişti adını.

***

Mirza berber koltuğuna sanki celladına gider gibi bir çaresizlikte ilerledi. Adamın elindeki ustura saçını sakalını kesmeyecekti sadece. O koltuğa oturunca Mirza ailesine olan güvenini, inancını da kaybedecekti. Malzemeleri sıralı şekilde yan yana dizmiş Berber Hasan, tüm bunlardan bihaber Kervancıoğlu konağının biricik oğlunun koltuğa oturmasını beklerken şimdiden gelecek kallavi bahşişi hesap etmeye başlamıştı.

" Damat Bey, hoş geldiniz. Gözümüz yollarda kaldı valla. Hemen sizi hazırlayalım da gelin kızımızı bekletmeyelim."

Oturdu Mirza koltuğa. Aynadaki yansımasına baktı. Şu lanet pazar gününe kadar öyle çok şey düşünmüş öyle çok hissi yaşamıştı ki gönlünde, bir savaştan çıkmış kadar bitaptı. Avaz avaz bağırmak istiyordu " Allah aşkına görmüyor musunuz, duymuyor musunuz?" Bir heykeli aratmayacak kadar donuk yüzüyle, içine kaçmış sesiyle bağırıyordu esasında. Kimse mi duymaz diye düşünürken Halim'i gördü. Göğün sekiz kat üstünden seslense Halim duyardı. Halinden Halim'den başkası anlamazdı.

HAYAL-İ MUHALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin