BÖLÜM 2

177 21 2
                                    

Azur mavisi ile kurşuni gri arasında takılı kalmış olan gökyüzüne baktı uzunca. Hayatın tüm keşmekeşlerini bütün hücrelerine sindirecekmişçesine derin bir nefes çekti. Sanki çektiği her nefes yarasının üstüne rüzgâr, baktığı bütün mavi gökler camdan kalbine şifa olacakmış gibi. Öyle inanmak istiyordu. Güneşin doğudan doğduğuna nasıl inanıyorsa buna da öyle inanmak istiyordu işte. "Bundan sonra canını da ortaya koysa bi adam, ahdim olsun güvenmeyeceğim" demişti. Gönlünde bıçaksız, kansız, kurşunsuz bi' türlü kabuk bağlayamayan bir yara açılmıştı vakti zamanında. Artık herkes gönlünün kapısının önünde bekliyordu. Almayacaktı kimseyi içeri, izin vermeyecekti yüreğinin en güzel köşesine misafir ettiği insanların taş üstünde taş koymamaya ant içmiş savaşçılar gibi onu derbeder etmesine. Ama bir yanı öyle delicesine istiyordu ki o kapının zili çalınsın usulca içeriye girilsin her bir kırık yapıştırılsın, bir sıcak nefesle ısıtılsın içeri, her şey yerli yerine konsun. Öyle güzel konsun ki anne eli değmiş gibi olsun,bir bayram öncesi bahar temizliği gibi olsun.

"İnsanın acısını insan alır"
En sevdiği kitabıydı Şükrü Erbaş'ın. Bunun bir işaret olduğunu inanmış olacak ki aklı bulandı, midesi ekşidi, yüreği sıkıştı. Haklı olabilir miydi acaba, insan başka bir insana merhem olur muydu? Keşke okulda bu gönül yarasının da ilacını söyleseydi hocaları. Ne menem bi'şey bu? Kağıt kesiği gibi incecik, yalnızca arayan gözlerin gördüğü sanki her daim üzerine tuz basılı gibi. Bir bakışıyla göğsünü delen adam uğraşır mıydı bu yarayla. İyileştirir miydi onu? Uzunca vakittir hiçbir şey istememişti Allah'tan. Sanki şunca vakittir olan tüm suskunluğunda arşta dua hakkı biriktirmişçesine inanarak mırıldandı:"Lütfen Allah'ım" Amin dedi içinden. Amin dedi gökteki tüm melekler.
Kulaklarına bir melodi takılmıştı şimdi de. "Ah, ne de çabuk kaptırdım kendimi. Dur bi'dakika telefonum çalıyor galiba. Of Ahu of! Yine aklın beş karış havada. Nerede bu telefon? Hah işte buraya koymuşum. Alo? "

"Alo Ahu, ben Mirza. Numaranı hastaneden aldım. Seni de bu saatte rahatsız ettim kusura bakma. Yerleştin mi bi eksik var mı yok mu merak ettim de. Belki yapabileceğim bi'şey vardır. Yabancısın buralarda neticede. Gurbet zordur. Bilirim."

Lal oldu Ahu birden. Dualar bu kadar çabuk kabul olur muydu? Adam hakikaten de geldi o kapıya çaldı zili ve usulca bekledi. İzin verse ah bi izin verse! Aklının kılıcı kalbine değmese de açsa kapıyı. Kapadı gözlerini. Gurbet zordu. Aşkın gurbeti hele pek bir zordu. Topladı kendini ve nihayet dudakları sözcükleri bırakıverdi havaya.

"Teşekkür ederim .Birazdan hastaneye geçeceğim ekiple tanışmak için, yerleştim sayılır sağolun."

"İyi o vakit. Hastaneye geçeyim ben de o zaman."

"Gerçekten çok teşekkür ederim ama böyle bir şeye hiç gerek yok hem biraz işim de var evraklar falan ..."

"Senin için geldiğimi kim söyledi" Gülümseyerek söyledi bunu Mirza, Ahu'nun yanaklarının kızaracağını düşündü görmese de hoşuna gitti bu görüntü. Hastanenin genel bir eksiği var mı diye birebir konuşmak için gitmek gerek zaten. Şirketimiz hastanenin ihtiyaçlarıyla birebir ilgilenir. Şimdi de madem buradayım iş başa düştü. "

"Ha pardon, şey... yanlış anladım, kusura bakmayın"

"Yalnız senin için gelmemi ister miydin?"

Ne deli cesareti olan bir soru ama, nefesi kesildi Ahu'nun, insan hiç yalnız adını bildiği biriyle böyle konuşur mu? Bir tarafı arsız bu adam diye kızarken diğer tarafı bu pervasız ve kendinden emin adamın çekimi altına girmişti bile.
Mirza, "Neyse, hastanede görüşürüz umarım." diyerek kapattı telefonu. Umarım dedi Ahu.

HAYAL-İ MUHALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin