1. Bölüm : Yangın

691 258 771
                                    

Hayat bir romana benzerdi. Bir girişi olurdu. Küçük bir kelime ile başlardı. Büyürdü bu kelimeler; satırlara, paragraflara, uzun yazılara dönüşürdü. Engel olamazdın bu yazıların sayfalara dökülmesine. Bir gün gelir, son bulurdu cümlelerin. O her şeyi başlatan küçük kelime bir noktayla verirdi son nefesini. Bir romanın son cümlesinde bir ruhun çaresizce can verişini izleyebilirdin.

Ben bu tozlu satırlarda yolunu kaybetmiş olan altı yaşındaki kız çocuğuydum. Ben altı yaşında ruhunu bir virgüle yenik düşürmüş, noktayı göremeden can vermiştim. Yarım kalmışlığımı kendi kendime tamamlamaya çalışırken, kalemimin mürekkebinin karartmasına izin vermiştim.

Ne kadar direnirsem direneyim bu karanlığa karşı koyamıyorum. Benimle birlikte büyüyor ve benimle birlikte yıkılmak için hazırda bekliyor. Uyumak için gözlerimi kapattığım an üzerime örtülüyor ve beni boğuyor, nefes almak zorlaşıyor. Ölümün güzelliğine kavuşacağım an ışık karanlığı boğuyor ve gözlerimi açıp yarım kalmışlığıma devam ediyorum.

"Bugün hava yağışlı gözüküyor, işe giderken üzerini sıkı giyin." Anneannemin sesi çoktan uyanmış olmama rağmen bilincimi biraz daha açmama yardımcı olmuştu.
Yatağımda diğer yana dönüp onunla göz göze geldim. "İşten sonra müzik evine gideceğim, akşam yemeğinde yine seni yalnız bırakmak zorundayım."

Ellerinin üzerinde belirginleşen damarlarını ovuşturdu. Anneannem hayatımda sahip olduğum ve kaybedebileceğim tek kişiydi. Beni ve içimdeki mezarlığı büyütmüştü. Yıllarını beni bir nebze olsun iyileştirmek için harcamıştı. Benim büyütüp, yaşamasına izin vermediğim hayallerimin ellerinden tutmuş, onlara yeniden eşlik etmemi sağlamıştı. "Sorun değil." dedi her zamanki güler yüzüyle.
"Kahvaltıda bana eşlik edebilirsin."

Hafifçe gülümsedim. "Hazırlanıp geliyorum."

Odadan çıktığı an yataktan kalktım ve banyoya gittim. Musluğu açıp soğuk suyu avuçlarımın içinde biriktirip, hızlıca yüzüme çarptım. Suyu her yüzüme çarpışımda ruhumda başlamış olan o alevde dönüyordu. Ve her çaresizliği tattığında Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğuyordu.

Banyodan çıkıp odama doğru giderken topuz olan saçlarımı açtım, açıklıkla koyuluk arasında kalmış olan saçlarımın dalgalar halinde omzundan aşağı dökülmesine izin verdim. Dolabımdan çıkardığım kot pantolonumu ve tişörtümü üzerime geçirdikten sonra gece hazırlamış olduğum çantamı alıp odadan çıktım.

Eve hakim olan yemek kokuları beni direkt mutfağa çekmişti.
Anneannemin masayı donattığını görünce iltifat edemeden geçemedim.
"Yine ellerinin marifetini konuşturmuşsun Azize Sultan."

"Her sabah aç çıkıyorsun evden. Bu sabah karnını iyi doyur."

Cevap vermeden önümdekilerden bir kaç şey atıştırdım. Zaman sıkıntısı olan bir insan olarak aceleyle masadan kalktım. Anneannemin gözü gazetesine dalmış olsa da dikkati benim üzerimdeydi. "Üzerine yağmurluğunu almadan çıkma."

Gülümsedim ve yanına gidip, yanağına bir öpücük kondurdum. Ardından dediğini yaparak yağmurluğumu aldım ve evden çıktım. Apartmandan çıkar çıkmaz rüzgar saçlarımı savurmuştu.

Sanki rüzgarın uğultusu insanların ruhuna bir şeyler anlatmaya çalışıyor gibiydi. Sanki bu uğultular içinde çaresiz bir sessizliği barındırıyordu. Ve ben yürüdüğüm bu yol boyunca bu çaresizliği dinlenmiştim.

Çalıştığım yer küçük bir kafeydi. Aylarım burada, insanların kitaplığın önünde eline aldıkları kitaplara dalışını izlemekle ve kahve kokusunun tüm ortamı sarmasına şahit olmakla geçmişti.

Bugün diğer günlere göre daha kalabalıktı. Bir kaç insan yine kitaplığın önünde oturuyor, sayfaların arasında kendini bulmaya çalışıyorlardı. Bir adam vardı, her gün geliyor, aynı masaya oturuyordu. Çoğu kez göz göze geliyorduk. Bakışları her ne kadar rahatsız edici olsa da siparişini her gün benim almamı istiyordu. Yine aynı masasına oturmuş, önü boş bir şekilde kafenin girişine bakıyordu. İçeri girdiğim andan tezgahın arka tarafına geçtiğim sürece bakışlarını üstümde hissetmiştim.

"Günaydın." dedim tezgahın arkasında siparişleri hazırlayan iş arkadaşıma.

"Günaydın Afra." dedi önündeki tepsiye hazırladığı kahveleri koyarken. "Seninki yine orada, sipariş vermedi seni bekledi."

Önlüğümü belime bağladıktan sonra saçlarımı tepeden topladım. "Bu adam beni korkutuyor."

"Beni de." dedi ve siparişlerini götürdü. Belli ki yine uykusuz kaldığı için huzursuzdu. Fazla konuşmuyordu, tamamen işine odaklanmıştı.

Beni bekleyen adamın yanına giderken yüzüme sahte bir gülümseme yayıldı. "Hoş geldiniz." dedim elimdeki menüyü uzatırken. "Bu sabah sipariş vermek için biraz beklediniz."

Uzattığım menüyü aldı ve hiç bakmadan önüne koydu. "Öyle oldu." dedi. Fazla yaşlı değildi ama fazlada genç değildi. Belki yirmilerin sonunda ya da otuzların başındaydı. "Her zamanki gibi sade Türk kahvesi."

"Hemen getiriyorum." dedim yanından uzaklaşırken.

Tekrar tezgahın arkasına geldiğimde aylarımın geçtiği arkadaşım konuştu. "Yakında sana aşk mektupları bırakacak."

Göz devirdim. "Daha ürkütücü olamazdı."

Anlamsız bir kahkaha ikimizin arasında süzülürken camın kırıldığını belli eden bir ses, kafedeki tüm sesleri bölmüştü. Kısa bir sessizliğin ardından her yer çığlıklarla dolmuştu. Etrafa göz gezdirdiğimde az önce ürkütücü bulduğum adamın bedeni yerdeydi ve tüm zemin yavaş yavaş kanla kaplanıyordu.

Tüm hücrelerim buz tutarken asıl ürkütücü olan, bir kaç masa ötede oturmuş ve yerdeki bedeni yüzünde bir gülümsemeyle izleyen o bedendi.

Sanki onu izlediğimi anlamış gibi bir çift siyah göz, gözlerimle buluştu.

Ne gözlerimi kaçırabiliyordum ne de herhangi bir tepki verebiliyordum. Bir kez daha bir ölümü izlemekten kaçamamıştım, bir kez daha acımasız bakışların altında bir yangının son buluşunu izlemiştim...

&BÖLÜM SONU&

Okuyan gözlerinize sağlık.

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?
Umarım beğenmişsinizdir❤️

Biraz kısa oldu farkındayım fakat böyle olması gerekliydi. Diğer bölümde telafi edeceğim😍🙂💓

MATEMİN RENGİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin