Gitsem de her yerde biraz vardır
Hatırda zamansız bir plak
Bir otel kapısı, biraz istasyon
Vardır o seninle birlikte olmak
Buluşur çok uzaktan ellerimiz
Ve nasıl göz gözeyiz ansızın bir infilak.
-İnfilak, Edip Cansever.
-Drowned, Jakub Schikaneder.
🎵K, Cigarettes After Sex
Boğulmuş. O akşamüstü tam da böyle hissediyorum, boğulmuş gibi. Okuldan geldiğimden beri üstümü değiştirmediğimi fark etsem de aksi yönde bir eylemde bulunmuyorum. Gözlerimde yaşlar, öylece izliyorum renklere bulanmış tavanı. Yıldız odasındayım, yalnızım, güneş batmak üzere yüzüme vuruyor, pencereden serin bir esinti doluyor odaya fakat kapatmıyorum. Jeongguk gittiğinden beri, bu odanın penceresini bir kez olsun kapatmıyorum, defalarca bu sebeple hasta olsam da kapatmıyorum. İlk seferlerde ayda bir kez odaya gelip temizliyor, sonra çıkıyor ve kapısını bir dahaki ay gelene kadar açmıyordum fakat artık öyle değilim. Kimi zaman geliyor, saatlerce ağlıyor ve dağılmış halde terk ediyorum.
Öyle bir akşamüstü. Tek planım sere serpe ölümü beklemek, yıldızları bir kez daha görmek umuduyla fakat biliyorum içten içe bunun da gerçekleşmeyeceğini zira benim dileklerim asla kabul görmüyor. Gülüyorum bir süre, deliler gibi gülüyorum öylece. Gözlerimden yaşlar süzülüyor lakin gülüyorum yine de.
"İyiyim." diyorum, gözlerim Jeongguk gitmeden onunla beraber yaptığım tabloya takıldığında. Jeongguk'un yüzüne bakıyorum. "İyiyim." diyorum tekrardan. "Sen gittin ama ben iyiyim, gülüyorum."
Hemen ardından bir sinir krizi karşılıyor beni, anılarımıza zarar vermemek için koşar adım koridora çıkıyor, önümde ne var ne yok çığlıklar içinde deviriyorum. Delilercesine ağlıyorum, Jeongguk'un adını bağırıyorum, bilincimi kaybedene dek cam ve tahta parçaları arasında göğsümü delen bir acıyla ağlıyorum. Jeongguk, beni sahiden mahvediyor.
Uyandığımda bir süre tavanı seyrediyorum, içimde derin bir boşluk hissiyatı var, önümde birini öldürseler bir şey hissetmezmişim gibi. Garipsemiyorum bunu, ayaklanıyor ve ayaklarıma, ellerime batmış cam parçalarını, kıymıkları temizlemeye koyuluyorum. Birkaç biblo kırmışım, bir de Rembrandt kopyası, yenilerini almayı aklımın bir ucuna yerleştiriyorum ayaklanırken. Vücudum sızlıyor fakat sorun değil, yer yer kanıyor, her birine bir yara bandı yapıştırıyorum. Saate bakmak geçiyor içimden, dokuza geliyor, o sırada telefonumdaki çağrılara takılıyor gözlerim. Sora aramış, altı defa, ona gitmemi istiyor. Yapacak daha iyi bir işim yok, istemiyorum da fakat tek başıma olduğumda olanlar gayet açık olduğundan giyinmek için odama yöneliyorum.
Bir tişört giyiyorum, üstüne Jeongguk'un hırkalarından birini, bir de eşofman giyiyor kapıya adımlıyorum. Telefonumu, cüzdanımı ve anahtarımı alıyor, çıkıyor ve bir taksi çağırıyorum. Sora'ya kısa sürede orada olacağımı belirten bir mesaj atıyorum ve taksi gelene dek başımı enseme doğru yatırıp rüzgarın keyfini çıkarıyorum. Saçlarım uçuşuyor, oldukça uzun, gözlerime çarpıyor ara sıra. Elimi arasına atıyor ve yapabildiğimce düzeltmeye çabalıyorum.
Taksi önümde durduğunda kısa bir süre ışığını inceliyor gözlerim, ardından biniyor ve adresi veriyorum. Adrese ulaşana dek taksicinin açtığı ucuz müziklerle başımı şişiriyor, kafamı cama yaslayıp düşüncelere dalıyorum.
Sora'nın evini seviyorum. Tek katlı bir evde yaşıyor, ortalamanın üstünde para kazanan biri Sora, bunu onu inceleyerek dahi anlayabiliyorum. Güzel görünüyor, bunu seviyorum.
![](https://img.wattpad.com/cover/186877623-288-k421053.jpg)