Sana gitme demeyeceğim,
Yine de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.
-Lavinia, Özdemir Asaf.-Rue sous la neige, Argenteuil, Claude Monet.
🎵Merry Christmas Mr. Lawrence, Ryuichi Sakamoto
Bir Cuma sabahı. Tavanıma sıçramış boyaları inceliyor gözlerim dakikalardır. Kalkmalıyım. Kalkmalı, hazırlanmalı, durağa gitmeli ve son bir yıldır yaptığım gibi öğrencilerimin gözlerine bakarak hiçbir şey beni yıkamazmışçasına gülümseyerek dersimi anlatmalıyım.
İstemiyorum. Yine de bu beni ayaklanmaktan alıkoymuyor zira son zamanlarda kendi isteğim doğrultusunda ne yapıyorum pek bilmiyorum. Çizmek anlamsız geliyor, okumak, yazmak, söylemek ve ölmek. Anlamsızlık her yanımı sarmışçasına bir vaziyetler silsilesi altında yok olmaya mahkûmum âdeta. İsteklerim tüm resmiyetini yitirmiş bir halde öylece dönüp duruyor aklımda. Yine de ayaklanıyorum, ne olursa olsun daima ayaklanıyorum. Banyoya ilerliyor, dişlerimi fırçalıyor, bir bardak su içiyor ve odama dönüyorum.
Gittikçe çelimsizleşmeye başlayan bedenime beyaz, çiçekli bir gömlek geçiriyor, siyah bir kumaş pantolonun içine sıkıştırıyorum. Hareketlerim hoyrat, âdeta fikirlerimi zihnimdeki mahzene yollarken olduğum kadar acımasızım kendime, bedenime karşı. Gömleğim kırışıyor, umursamıyorum, bir süveter giyiniyorum üzerime. Gözlüklerim yerini alıyor, yüzüğüm de. Bir süre gözlerim parmağımda takılı kalıyor lakin derin bir nefes alarak kendimi geçiştiriyorum. Siyah uzunca kabanımı giyiyor, saatimi takıyor ve ayakkabımı giyerek kapıyı ardımdan kapatıyorum. Evimin kapısındaki isim etiketine bakmamak için ekstra bir efor sarf ediyor, rüzgar yüzüme çarparken adımlarımı hızlı tutarak durağa yürüyorum.
Günün üçüncü otobüsüne biniyor, gözlerim etrafa değmeden başımı cama yaslıyor ve öylece okula ulaşmayı bekliyorum. Beklediğim durağa yaklaştığımda ayaklanıyorum, gözüm henüz yağmaya başlayan kara takılıyor. Gülümsüyorum usulca, iniyorum, biraz yürüyorum ve eğitmenlerin toplandığı odaya uğramadan direkt sınıfıma ilerliyorum. Amfide tek tük kişi var, internet bağlantısı kurulmaya çalışılıyor, ders saati gelene dek bir sıraya oturuyorum usulca. Geldiğinde ayaklanıyorum, sayı neredeyse sınıra ulaşmış, bu beni gülümsetiyor.
"Günaydın." diyorum usulca. Birkaç kişiden karşılık alıyorum, beyaz tahtaya dönüyor, derin bir nefes alıyor ve dersime başlıyorum.
Uzunca bir süre geçiyor, gözüm arada bir saate kayıyor, kimseyi uzunca tutmak istemiyorum. Anlattıklarım hoşuma gidiyor, verdiğim alıntılar, açığa kavuşan sanat...
Notlarıma eğiliyorum usulca, Fransız edebiyatı üzerine yaptığım konuşmada değinmeden geçemeyeceğim isim olarak Marcel Proust'u görüyor gözlerim, alıntılarda ve kitaplarında geziniyorum.