XXX

13.6K 1.7K 1K
                                    

Ey anısıyla
kalbimi yakan
kederlenme hemen
ve suçlama beni
böyle bırakıp
gidiyorum diye
-Suçlama Beni, Ahmet Telli.

Ey anısıyla kalbimi yakan kederlenme hemen ve suçlama beni böyle bırakıp gidiyorum diye-Suçlama Beni, Ahmet Telli

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

-The Painter's Honeymoon, Lord Frederick Leighton.

-She Remembers, Max Richter.

Boğuluyorum. Günlerce, aylarca, senelerce. Varlığımın başından beri, âdeta. Bozulmadığı zamanları hatırlayamaz oluyorum. Anılarımı yitiriyorum, aklımı, hatrımı, sevgilimi, ailemi, güzel günlerimi, acılarımı dahi. Her şey yitiyor, boğuluyorum, sevgilimin de dediği gibi, silikleşiyorum. Yaşım otuz iki, silinip gidiyorum hayattan.

Kış geçmiş, bahar gelmiş, sevgilimleyim. Ellerini tutuyorum, gözlerinden öpüyorum, dudaklarına dokunamıyorum ya da saçlarına ama şakakları da bilekleri de benim. Jeongguk'un bilekleri, şakakları benim, başka kimsenin hayatının hiçbir döneminde dudaklarını değdirmediği o iki nokta benim. Dudağının sahibi ben değilim, ellerinin sahibi ben değilim yahut parmaklarının, saçlarının, çocuğunun sahibi ben değilim lakin o şakakları, o bilekleri benim. Dudaklarım ateşse, bileklerinde sönüyor, şakaklarında. Ben gitsem, evim yıkılsa, izim yine orada, biliyorum. Geceleri bununla uyuyorum. Affedemiyorum, gidemiyorum, kalamıyorum, nefes alamıyorum, yutkunamıyorum, onu terk edemiyorum, ondan bir türlü gidemiyorum ama onunla da olamıyorum. Araftayım, boğuluyorum.

Öyle bir gün. Nefretimle, aşkımla uyanıyorum güne. Cıvıl cıvıl kuşlar, ağaçların dalları hep çiçeklerle dolu, her yer yeşermiş, esintiler giriyor penceremizden içeri. Gün batmak üzere, bulutlar pamuksu, gökteki okyanus dalgasız, güneş sönmeden hemen önce tüm varlığıyla parıldıyor. Meğer, diyorum, meğer dünya bizi duymuyormuş. Belki de yalnızca beni duymuyordur, bilemiyorum o vakitlerde.

Yatağım soğuk, içimi korkuyla dolduruyor bu, aklımı yitirecekmişçesine bir hissiyata kapılıyorum, nefeslerim hızlanıyor, gözlerim kararıyor, beni tekrar terk etmişçesine bir korkuyla boğuşuyorum. Jeongguk, korkularım olmuş, beni boğuyor. Gözlerim usul usul doluyor, parmaklarım kenetleniyor birbirine, tırnaklarımı sıkı sıkıya derime batırıyorum. Tüm vücudumda iğneler gezinse, Jeongguk'un gitmeleri kadar canımı yakmazmış gibi. Soluklanamıyorum, bir süre öylece duvarı seyrediyor gözlerim, yutkunmaya, toparlanmaya çabalıyorum.

"Jeongguk." fısıldıyorum, gittiği günlerde ardından yaptığım gibi, öylece fısıldıyorum. Bir karşılık bekliyorum, orada olduğuna, beni terk etmediğine dair en ufak bir emare arıyor ellerim, gözlerim, kulaklarım. Kokusu burnumda, aklımı yitiriyorum, kokusu hep burnumun ucunda gündüz düşümün.

"Jeongguk." Daha yüksek sesleniyorum ona, sesim korkuyla titriyor, sevgilim oradaysa eğer, korkumu anlar, gelir, biliyorum. Gelir, gelir, Jeongguk gider ama gelir. Gelir ama hep gider de. Karşılık bekliyorum, deliriyorum, şayet o aklıma zarar sesini bana işittirmez olursa, ne yaparım bilmiyorum. Öylece ağlıyorum. Delilercesine ağlıyorum lakin sesim çıkmıyor.

dalgın ölü*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin