Ben sizinle sarmaşdolaş olmuşum dalgalar,
Pamuk yüzlü gemilerin ardında gezemem;
Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;
Mahkum gemilerin sularında yüzemem
-Sarhoş Gemi, Arthur Rimbaud.-Reading Woman, Ivan Kramskoi.
Mad About You, Hooverphonic (Live at Koningin Elisabetzaal 2012)
Bir Cumartesi akşamı. Öylece aynadaki yansımamı izliyor gözlerim. Alnıma akan siyah tutamlara gizlenmiş ufak parıltılar var, gözlerimi çevreleyen bir gölge taşıyorum yüzümde. Dudaklarım kızıl kızıl parıldıyor, ışıltılı bir vücut spreyi kullandığımdan tenim ışıldıyor siyah, yarı transparan gömleğimin açık bıraktığı boynum ve kollarımda. Gömleğimi içerisine sıkıştırdığım viskoz bir pantolon var altımda, siyah, rahat fakat kumaşı bir yandan da rahatsız edici, kıpırdanıp duruyorum.
"Emin değilim." diyorum usulca, Sehun'a dönerek, kolları başının altında, yatağımda uzanıyor, bedenime bakıyor söylemlerimden sonra. "Ben eminim." diyor omuz silkerek, derin bir nefes alıyorum.
"Bir pantolon gömlek yeterdi." diyorum, gülüyor usulca, alaycı bir ifade var yüzünde. "Giydiklerin de bir pantolon ve gömlek, zaten."
Göz deviriyor, aynada gözleriyle buluşuyorum.
"Demek istediğimi biliyorsun, aptal." diyorum, gülümsüyor yine. "Her gün üniversiteden mezun olmuyoruz." diyor, gülümseyerek. Derin bir nefes alıyor, tekrar aynadan kendimi süzüyorum. En nihayetinde değiştirmeme kararı alıyorum, kırmızı fularımı apaçık kalan boynuma ince bir şekilde bağlıyor ve yüzüklerimi ellerime, küpelerimi kulaklarıma geçiriyorum.
"Çabuk ol yoksa dönüp değiştireceğim." diyorum, gülerek ayaklanıyor, komodinden anahtarı kapıyor hızla. Portmantodan kendine bir blazer, bana bir deri ceket alıyor ve hızla kapıyı benim için açarak çıkmamı bekliyor, gülüyorum. Ceketi alıyor ve giyiniyorum.
"Cehennem çiçeği gibi oldun." diyor usulca, kırmızı gölgelerin çevrelediği menekşe moru lensleri giyinmiş gözlerine bakıyor, gülümsüyorum. "Sen de hercai gibisin."
Sırıtıyor, çıkıyor ve kapıyı kilitliyoruz, motoruna ilerliyor usulca, arkasına geçiyorum.
"İşe girip bunu almak verdiğin en iyi karardı." diyorum usulca, kaşlarını çatıyor. "Motoruma bu demezsen sevinirim."
Gülüyorum, gülüyor, kasklarımızı takıyor ve motoruna yerleşiyoruz. Ellerimi arkaya yerleştiriyor, başımı geride tutarak rüzgârı tenimde hissediyorum. Otuz dakika, belki yirmi, sürüyoruz. En nihayetinde ışıklar alıyor gözümü, daha önce bir kez havuzuna geldiğim otelin girişinde bir kırmızı halı görüyor, gösterişlerine gülmeden edemiyorun. Hatırı sayılır uzunluktaki bacaklarım usulca motoru terk ederken, kaskın ardından bir suretle buluşuyor gözlerim, göğsümde çırpınan kuşa o an bir hoş geldin merasimi düzenliyorum zira Monsieur Jeon, ölümüm olmaya gelmiş yine.