Ki unutuldu sanılmasın dünkü öykü Hani bir aşkın güzle solup gittiği -Siyahkâr, Ahmet Telli.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
-Found Drowned, George Frederick Watts.
-At Eternity's Gate, Clint Mansell. Marguerite Gachet at the Piano, Clint Mansell.
O sabah hemen önümdeki gri göğün örtülediği hırçın okyanusu seyrederken, her şey için, yeterince olmasa da çabaladığımı biliyorum. Çabaladım, diyebileceğimi biliyorum. Ne olursa olsun, ben çok ağırdım, ağrıdım, dayanamadım ama çabaladım. Her şey son bulsa dahi çabaladığımı bilerek yitirmeyi sorun etmiyorum.
Bir falezin kıyısındayım. Ayaklarım boşluğa sarkıyor. Metrelerce yükseklikte olduğum hâlde, elimi uzatsam okyanusa, yahut göğe değebilirmişim gibi. Bu koca cihanda en çok, en çok bu noktayı seviyorum. Göğe ve yerdeki göğe olan uzaklığım âdeta eşit. Her ikisine de ulaşabilirmişim gibi. Bu beni gülümsetiyor.
Cesaretimi toparlamaya çabalarken, bir süre daha dalgaların kayalıklara şahlanarak köpürmesini izliyorum. Fırtına bekleniyor gibi. Dünya beni o gün, duyuyor yine. Geri dönüşü olmayan bir yola girerken, yapmamamı ikaz etmiyor, benimle ağlıyor sanki.
Bu düşünce bana cesaret veriyor. Soluklanıyorum, usulca telefonuma ulaşıyor, aklımdaki numarayı tuşluyorum. Fazla çalmadan açıyor, biriciğim.
"Taehyung!" diyor, sesindeki endişe içimi burkuyor, deliriyorum, Jeongguk ilk defa beni anlıyor. Aklını kaçırmış, biraz ağlamış, sesinden anlaşılıyor. Titreyiveriyorum. Gittiğimi sanıyor onun gibi, haber vermeden, her şeyi toplayıp, bir anda. Sevgilime, onun gibi gidemeyeceğimi söyleyemiyorum. Onun gibi olamadığımı, bir anda terk olamayacağımı söyleyemiyorum. Ben ondan, yürüyerek, biri beni itmeden gidemeyeceğimi söyleyemiyorum ona. Acizliğimi dillendiremiyorum.
"Jeongguk." diyorum, sesim huzur dolu, bekliyorum öylece sevgilimi. Durakalıyor, ses tonumu algıladığında. Bir şeyler yanlış. Bunu biliyor. "Yanıma gel."
Susuyor bir süre. Derin derin soluyor, nefes alamıyormuşçasına. "Neredesin ki?" dediğini duyuyorum. Çocuksu tonu gülümsetiyor beni. Dalgaların kayalıklara vurma sesi kulaklarıma ilişiyor, hırçın, sert. Soğuk belki. Yanıbaşımdaki vahşi çiçeklere değiyor gözlerim.
"Seninle, son kez piknik yaptığımız yeri hatırlıyor musun?" diyorum, usulca. Yutkunuyor. "Falez mi?" diyor, kısa bir mırıldanmayla onaylıyorum onu. Hava kapalı, okyanus hırçın, güz gelmiş. Güz hüznü, diyorum içten içe. Güz hüznü, hazan vakti.
"Beni bekletme." diyorum, titrek titrek, telefonu kapatmadan hemen önce. Nefesi kesiliyor. "Beni, daha fazla bekletme, olur mu?"