Bölüm 1

145 14 4
                                    

Kafamı cama yaslamış ağaçları seyrederken radyonun sesini biraz daha açtım. Yanımda arabayı kullanan adam, hala, onu bir yıl önce, ilk gördüğüm zamanki gibi beni etkiliyordu.

Üzerindeki mavi gömleği dirseklerine kadar sıyırmıştı. Direksiyonu kavrayan ince, beyaz parmakları ritim tutarak müziğe eşlik ediyordu. Ay ışığı, beyaz tenini tamamlayan kahverengi dağınık saçlarını okşarken ela gözleri kirpiklerinin arasında parlıyordu. Minicik bir burnu, biraz çocuksu bir ifadesi ve yakışıklı bir yüzü vardı. Biçimli dudakları, beceriksizce şarkının sözlerini mırıldanıyordu.

Onu incelediğimi fark ederek bana döndü ve gülümsedi. ''Ne?'' dedi bir yandan da yola bakmaya çalışarak.

''Yanlış söylüyorsun.''

Gülerek şarkıya eşlik etmeye devam etti.

Eve varmıştık. Arabadan inerek evin olduğu bahçeye adımımı attım. Bu güzel gecenin kokusunu içime çektim. Bahçe ışıklandırmalarının aydınlattığı geniş pencereli beyaz eve doğru yürürken arkama baktım. Neredeydi?

''Şafak?'' diye seslendim karanlığa doğru. 

Cevap gelmedi. Yerimde durdum ve tekrar seslendim: ''Şafak?''

Ardından karanlıkta bir şeylerin kıpırdadığını görerek tekrar bağırdım.

Hiç ses yoktu. ''Allah Allah...''

Birden arkamda bir hareketlenme hissettim. ''Buradayım.''

Arkamı döndüm. Buradaydı. ''Nereye kayboldun iki dakikada?'' dedim büyük bir rahatlamayla.

''Bahçe kapısını kapattım.'' Dedi omuz silkerek.

Birlikte kapıya doğru yürüdük ve Şafak cebinden anahtarlarını çıkararak içlerinden biriyle kapının kilidini döndürüp kapıyı açtı.

İçeriye adımımı attığımda sıcak bir ev kokusu duymak beni rahatlattı.

Şafak, 25 yaşında bir avukattı. Dört erkek kardeşten en küçüğüydü ama üç yıl önce en büyük ağabeyini kimliği belirsiz kişiler tarafından sıkılan bir kurşunla kaybetmişti.

Onunla bir yıl önce, İsmail Amca'nın sahafında tanışmıştık. 19 yaşındaydım. Okuduğum bölümün –Psikoloji- okuma kitaplarını hep oradan alırdım ve çoğu zaman arkadaşlarımla kitap almasak bile yanına uğrayıp sohbet ettiğimiz olurdu. Küçük, şirin bir dükkandı ve sıcacık bir atmosferi vardı.

Yine bir gün yeni gelen kitaplara bakıp İsmail Amca'yla laflamak için uğramıştım. O zaman henüz tanımadığım Şafak ile birlikte hararetli bir şekilde bir şeyler konuşuyorlardı.

İsmail Amca gözlüğünü düzelterek konuştu: ''Mesela Ahmet Ümit de polisiye türünde yazan bir yazar ve kitaplarında İstanbul tarihine de oldukça yer verebilen biri.''

''Aynen öyle. Okuyucuyu çok sıkmıyor bu da doğal olarak.''

İçeri girdiğimi görünce ikisi de bana döndü. ''Hoşgeldin Mavi.''

''Hoşbulduk İsmail Amca.'' Dedim kapıyı yavaşça kapatarak.

''Bak, tanıştırayım; Şafak. Şafak, Mavi de senin gibi buraya sık sık gelir. Ben de Şafak'ın ağabeyi sayılırım .''

''Memnun oldum, Mavi.'' Elini uzattı.

''Ben de.'' Diyerek karşılık verdim.

Sahafın arka tarafında İsmail Amca'nın müstakil evine çıkan küçük şirin bir bahçe vardı. Bazen sohbet uzayıp da sahafın kapanış saati geldiğinde oraya taşınır, hararetli sohbetlerimizi orada devam ettirirdik. O gün de bu günlerden biriydi, gece geç bir saate kadar sohbet etmiştik. Sonra üçümüzün bu sohbeti zaman zaman içine başkalarını da dahil ederek sıklaştı ve biz bu toplantıları deyim yerindeyse 'gelenekselleştirerek' haftada bire çıkarmıştık. Daha sonra da Şafak ile arkadaşlığımız katlayarak ilerlemişti ve neticede birbirimize aşık olmuştuk.

Tan AğarırkenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin