Bölüm 5

25 4 0
                                    


Vurulmamın üzerinden iki ay geçmişti ve yaram tamamen iyileşmiş sayılırdı. Kendi evime biraz zorla da olsa geçmiştim ve bir saat sonra Şafak ile buluşacaktım. Saat 19:30'u gösterdiğinde hazırlanmak için odama çıktım. Üzerime ip askılı, açık buğday tenimin üzerinde sıcak duran, kırmızı, dizimin bir karış üzerinde biten uçuş uçuş bir elbise geçirdim. Saçlarımı yarısı açık kalacak şekilde yüksek bir topuz yapmıştım ve küçük halka küpeler taktım. Çantamı ve kot ceketimi de alıp aşağı indim.

Beyaz Converse'lerimi giyip bahçeye inerken aynı anda yeşil bir Citroen DS 23 Pallas da bahçe kapısına yanaştı. Bu arabayı tanımamamın imkanı yoktu, gelen Şafak'tı, ve çok sevdiğim eski araba ona dedesinden kalmaydı.

Bahçeyle kapı arasındaki yolu hızlıca yürüyerek ön koltuğa bindim.

"Selam." Dedim emniyet kemerimi takarken.

"Selam." Başımı çevirip nihayet ona baktığımda göz bebeklerine belli belirsiz bir tebessüm oturmuş, beni izliyordu. Üzerinde üstüne koyu mavi ince bir kot ceket giydiği beyaz bir tişört, altında ise yine ceketiyle aynı tonda, paçaları giydiği hafif ökçeli kahverengi botun bileklerinin biraz daha üzerine çıkmasına izin verircesine kıvrılmış, bacaklarını hafifçe saran bir kot pantolon vardı.

Eğilip boynuma bir öpücük kondurdu.

"Nereye gidiyoruz?" dedim ellerimi kucağımda birleştirip gülümseyerek.

"Çok seveceğin bir yere."

                                                                                           *

Arabadan indiğimizde iyotlu havanın verdiği ferahlıkla gözlerimi kapattım. Salaş, şehrin biraz dışında kalan, ahşap masa ve sandalyeleri olan, masaların üzerine düşerken titrek ışık ve gölgeler bıraktığı küçük ampullerin havada iplerle bağlanmış olduğu, deniz kenarında bir yere gelmiştik.

Seveceğim konusunda haklıydı, çok sıcak ve hoş bir mekandı. Fakat sebebini bilmediğim gerginliğim hala geçmiş değildi.

Denizin kenarında bir masa seçip oturduk. Masada eskimiş su bardaklarına koyulmuş taze çiçekler vardı.

Deniz, havanın kararmış olmasıyla kurşuni antrasit renge bürünmüş, iskeleye usulca çarpan beyaz köpükleriyle kontrast oluşturuyordu.

Lokantanın sahibi olduğunu tahmin ettiğim kır saçlı ve sakallı, üzerindeki mutfak önlüğünü çıkarmamış, en fazla 60'larında gibi görünen bir adam geldi ve bir elini Şafak'ın omzuna koydu. Bu haliyle çok babacan görünüyordu.

"Hoşgelmişsiniz." Dedi bana da bakıp gülerek.

"Ooo Tahir Amca!" dedi Şafak ayağa kalkıp adının Tahir olduğunu öğrendiğim adama sıkıca sarılarak. "Hoşbulduk."

Şimdi ayrılmışlar ve Tahir Amca'nın eli yerine, Şafak'ın boy farkından ötürü kol hizasından biraz yüksekte olan omzuna koyulmuştu.

"Güzel hanımefendi kim?" dedi griye çalan gözleri balık tutmaktan bronzlaştığını tahmin ettiğim yüzünde iki boncuk misali parıldayarak.

"Kız arkadaşım, Mavi." Dedi kolunu uzatıp beni takdim edercesine avuç içi yukarı bakarak. Gözlerinin içinin güldüğünü görebiliyordum.

"Merhaba." Dedim elimi uzatarak. "Çok memnun oldum."

Önce bana, sonra Şafak'a bakarak yavaş hareketlerle Şafak'ın omzundaki elini çekti, ve elimi sıktı. Şafak ve bana bakarkenki ifadesinde takdir ve hafif bir şaşkınlık vardı.

Tan AğarırkenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin