|Kiraz çiçekleri, görmüş mü senin güzelliğini? Dilleri lâl olur, eğilirlerdi saçlarının uçlarına. Söyle bana, görmüş mü kainat seni? Benim ellerimde, ay ışığının altında.|
*
(İki hafta öncesi)
Genç adam Rosé'den kendine gelen mesaja gülerek cevap vermiş, aynı sırıtmayla ekranı kapatıp cihazını şifonyerin üzerine bırakmıştı. Karnında hissettiği bu tuhaf his her seferinde onu nakavt ediyordu hoşlandığı kadına. Öylesine mutlu olmak değildi bu. Ölesiye mutlu olmaktı. Birinin elinden tutup onunla yürüyebilmekti. Kendini toplaması ve tuhaf hallerini bir kenara bırakıp ona odaklanmasıydı. Bu nedenle elini atığı ilk çekmeceden çıkardığı ilaç kutusunun üzerinde yazan 'Lityum' yazısına baktı uzun süre. Reçetesini yenilemekte diretmişti Jimin fakat o reddetmişti. Şimdiyse her bakımdan daha iyisi olmak adına kullanmaya karar verdiği ilacı avuçlarına almış, beyaz kapsüle baktıktan sonra ağzına atmıştı. Ardından yanında bekleyen sudan birkaç küçük yudum almıştı.
Daha iyi hissedeceğinin düşündü.
Çok daha iyi olacaktı.
Telefonun bildirim ekranına düşen cevapsız arama yazısına kadar.
Ardından arayan kişiyi gördüğünde vücuduna dolan endişenin önüne geçememişti. Ağabeyi durduk yere neden onu aramıştı? Evlenip gittiğinden beri görüşmemiş, konuşmamışlardı. Hatta varlıklarını yok sayacak derece birbirlerini unutmuşlardı. Jungkook Seul'e okumaya gelmiş ve her şeyi geride bırakmıştı. İnkar edemeyeceği ailesini dahi.
Sonra ekrana tekrar bir ışık düşmüştü. Bu da aynı kişi yani ağabeyiydi. Uzun değil fakat derinden etkileyecek, sarsıcı bir sesli mesaj atmıştı. Jungkook oynat tuşuna bastığında midesinden yükselen sıvıya hakim olamamıştı.
'Merhaba Jungkook. Biliyorum benden böyle bir mesaj alacağın aklına gelmezdi fakat durumlar kötü. Gerçekten kötü. Eve geri dönmelisin çünkü babam, o dün gece evde saldırıya uğramış. Şu anda durumunun nasıl olduğu belirsiz. Annem çok ağlıyor ben ise ne yapacağımı bilmiyorum. Bu akşam eve dönüyorum, tek isteğim seninde gelmen."
(Günümüz)
The Dionysus Bar
gece, 02.34(Jungkook'un ağzından)
Unutmuş gibiydim.
Oturduğum bar masasında kendi benliğimi yitirmiştim. Ayaklarımın altı karıncalanıyor, aklımı toplayamıyordum. Hayattan kopmuştum sanki. Kimseyle konuşmaya mecalim kalmamıştı. Çocukluğum yenilgiye uğramıştı. O kadar yıpranmıştı ki maskesini indirmek zorunda kalmıştı. Denediğim, kendime kurduğum hayat bir telefon aramasıyla yıkılmıştı. Bundan tam olarak iki hafta önce her şey ellerimden kayıp gitmişti. "Jungkook, iyi değilsin kardeşim hadi eve bırakayım seni."
İyi değildim fakat neden olmadığım sorulmamıştı. Gece yarısından beri burada ne halt yediğimi kimse merak etmemişti. Başımın üzerinde dönen uyduruk disko topu, kafayı çoktan bulmuş ben ve önümde sallanan bedenler. Beni bu hale sokan şey neydi, birileri merak etmiş miydi? Ellerim tutmuyordu. Boynumda atan damara, bacaklarımda gerilen kaslara ve parmak uçlarımda yerini alan sinirler. Her şeyi hissediyordum. "Siktir git başımdan Taehyung."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
apple banni, rosékook
Fiksi Penggemar"Bana ilk attığın mesajda, tanrı olduğunu söylemiş ve yasak elmaya dokunmamam gerektiği konusunda kesin bir uyarıda bulunmuştun. Ve ben biliyordum, yasak elma sendin. Ben sana kapılmıştım." [Jeon Jungkook, Park Chaeyoung.] ©️thecrucialx, 2019