0.0

26 2 0
                                    

Öncelikle selam.
Bu hikaye çok mizah dolu bir hikaye değil, çok romantizmi de kapsamıyor. Gerçek aşkı da anlatmıyorum. Hayal kırıklığını, kaybetmenin acısını hissediyorsunuz. En önemlisi seviyorsunuz, hislerini biliyorsunuz. Karakterleri benimsiyorsunuz. Ama önce ayrılığı tadıyorsunuz. Özellikle gerçek acıyı damarlarınızda öğreniyorsunuz.

Ben çok benimseyerek kurguladım. Sizin de aynı şeyleri hissetmeniz dileğiyle. Karakterlerin yüzlerini paylaşmayacağım. Her biriniz kendi hayalinizdeki karakterleri oluşturun, söz, mü? O zaman başlayalım mı? “Evet,” dediğinizi duyar gibiyim, hadi başlayalım o zaman.

Şuraya da tarihleri alabilirim.

O zaman olay gününü, birde Barış’tan dinleyelim. Ah Barış kim mi? Tamam, her şeyi anlatacağım.

Barış Soydan,
sigara dumanının altında kaybolan küçük çocuk. Yüreği gibi güzel seven adam. Seven ama sevilmeye muhtaç olan adam. Sevginin ne demek olduğunu haketmeyen ama en çok anlayan adam.

 Sevginin ne demek olduğunu haketmeyen ama en çok anlayan adam

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Barış’ın gözünden;

Onu ilk gördüğüm gün, 10 Kasım 2016. Herkes 10 Kasım, Mustafa Kemal Atatürk'ü anma töreni için okulda toplanmıştı. Bayraklar, posterler, imza desenli tişörtler. Kalabalık insanlar, çocuklar, kırmızı balonlar ve tören hazırlıkları. Üst sınıflar (10. sınıf) olduğumuz için okula erken gelmiştik. Bütün düzen bizim elimizden geçmişti. O ise bir ağacın tepesinde kalmış, inememiş küçük kediyi kurtarmaya çalışıyordu. Yüreği güzel kız. Bir eliyle tuttuğu bayrak dalgalanırken üzerine giydiği Atatürk'ün imzası desenli bol tişört de savruluyordu rüzgar nedeniyle. Arkadaşları aşağıda ona bakıyorlardı.

Kapının köşesine iliştim. Baktığımı görseydi de birşey olmazdı ancak onun için basit bir erkek olmak istemiyordum. Çünkü o lise hayatı boyunca hiç sevgili yapma derdine girmemişti, ondan hoşlanan olursa da kibarca, insanların duygularını incitmeden reddederdi. Yüreği güzeldi işte. Bana, ondan çok bahsederlerdi. Ama bende o zamanlar okulda cool görünmeye çalışan kızlardan biri sanıp çok takmazdım.

Bir gün Edebiyat hocamızın yanına gitmiştim, proje teslim etmek üzere. O zaman Seçkin Hoca’ya ondan bahsediyordu. Edebiyat hocası öyle kolay kolay herkesi beğenmezdi, Alya onun da taktir ettiği bir öğrenciydi. Hem karakteri, hem de üstün başarısı ile okulda sevilen bir talebeydi.

Alya kim mi? Bildiklerimi anlatayım.

Alya’nın babası, Alya küçükken ölmüş. Annesi de pek sahip çıkmamış, çünkü Alya’nın öz annesi hayatta değilmiş, yani o üvey annesi. Alya’nın çoğu okul masraflarının müdür karşılamak istediğini, bütün öğrenciler aralarında konuşuyorlardı o zamanlar. Ama Alya kabul etmemiş, kendisi okulun olduğu caddenin köşesindeki pastanede çalışıyormuş, diye biliyorum.

Herkesi sever, herkese yardımı dokunur. Açıkçası bu dünya için fazla iyi bir kız. Beni biliyor, bazen konuşuyoruz. Tabi bu konuşmalarımız ya ders, ya da Türkiye’nin ekonomik durumu hakkında oluyor. O diğer yaşıtları gibi değil. Süse önem vermiyor. Makyajı sevmiyor. O kitaplarını seviyor, defterlerini seviyor, hayvanları seviyor, insanları seviyor. O merhameti, şefkati, sevgiyi, yardımı seviyor. O seviyor, ama bu dünya onu sevmiyor.

O papatyalara aşık bir kız. Onları koparmaya kıyamıyor, hatta seviyor - sevmiyor saçmalığına inanıp yapanlara da çok kızıyor. Uzun kahverengi saçlarını genelde topluyor, arkadaşları çok ısrar ettiğinde salıyor. Kakülleri önüne geldiğinde ise sinirlenip tel toka ile tutuşturuyor.

-Flashback

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


-Flashback

"Kanka o kız sana bakmaz, boşuna dikizleme,"

Hemen yanıma ilişen Bekir'e baktım. Tekrardan Alya'nın olduğu tarafa dönüp iç geçirdim.

"Hem Alya erkeksi bir kız. Daha güzelleri var oğlum okulda,"

"Varsa git evlen Bekir," dedim gözlerimi devirip. "Yok oğlum dur, daha 16 yaşındayım." Söylediğim en ufak şeyi ciddiye alan boş arkadaşıma bakıp siyah çantamı omzuma geçirdim ve kapıya doğru ilerledim.

"Hayırdır, Alya'ya mı takıksın?"

"Oğlum okulumuza da mı gitmeyelim?"

"Kanka o kız kimseye bakmıyor, kendini boşa yorma derim."

"Sormak istediğim zaman sorarım,"

Okulun kapısından girdiğimde Alya ve arkadaşları sıraya girip aralarında konuşuyorlardı. Alya, her zamanki gibi hepsinden soyutlanmış, köşede çikolatalı sütünü içmekle meşguldü.

Baktığımı belli etmeden sıraya geçtim. Müdür ve öğretmenler de yavaş yavaş konuşmaya başlamışlardı zaten. Müzik hocasının, "çocuklar haydi, saygı duruşuna daha sonra da İstiklal marşı. Lütfen gür sesle!" sözünü duyduğumda sırama geçmiştim.

-Son

GÖKYÜZÜNDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin