chapter 6

2.1K 60 1
                                    


İnan ya da inanma, Çin Mahallesi New York'ta en düşük suç oranına sahip bir yer. Çünkü çinliler toplum kurallarına uymak için çok dikkat ediyorlar. Bu hareketli sokaklarda yürümek sanki Manahat'ta değilde, Çin'in merkezinde gibi hissettiriyor.

Çinli insanların arasında yaşadığım için, çincemi biraz geliştirebileceğimi düşünmüştüm. Eski günleri hatırlıyorum da, sanki bu sokağın çevresindeydi.

Büyük babam Koreliydi. Amerikan rüyasını kovalayıp, bu bilinmeyen bölgeye geldi. Bu varoş mahallede bir çamaşır dükkanı açmıştı. Büyükbabam ve ben kendi başımıza yaşadık. Beş yaşında olduğum için annemi pek hatırlayamıyorum.

Büyükbabamın tişörtünün eteklerini çekiştirerek, "Büyükbaba, annem ne zaman gelecek?" diye sordum.

"O kadın hakkında konuşma..." Sesi serti, "Seni doğurduktan sonra terk etti."

Büyükbabamla çok farklıydık. Bu yüzden çok az konuşurduk. O çalışırken ben tek başımaydım ama dairemizde bana bakan birisi vardı.

"Kimsiniz?"

"Büyükanne Ling Boa!"

Komşumuz kadı, yaşlı bunaktı. O kadın Kris'in büyükannesiydi. Bana ölen en küçük torunun adı ile sesleniyordu, Xiao Luhan.

Beni kollarının arasına alarak göğüsünde uyuturken, "Xiao Luhan... Benim küçük akıllı oğlum." diye sevdi.

Bana ne zaman gerçek torunu gibi davransa mutlu oluyordum. Sanki gerçekten bir ailem vardı. Yani ne zaman yanında olsam, Xiao Luhan'a olduğu gibi davranırdı. Ne yazık ki, buna karışan ve istemeyen bir seyirci vardı.

"Şimdi eve mi gidiyorsun?"

Kris onun üvey kardeşi gibi davranmamdan hoşlanmıyordu.

"Evet..."

Büyükanne Ling Bao'yu sevdim ama... O yaşlı kadın bu dünyadan ayrıldı. Büyükbabam da artık burada değil...

Artık kimse kalmadı, aile diyebileceğim.

Xi Jiao

Sonunsa varmak istediğim yere varmıştım, dışında bile kırmızı renkler baskındı. Buraya gelmek bana hep eski şeyleri hatırlatıyordu, hem mutlu oluyordum hem de içim burkuluyordu. Ve burası güzel bir Çin restoranı gibi duruyor ama arka odası Çin mafyası tarafından işlerinin yürütüldüğü yermiş.

Ve tabii, Kris'in ofisi bu binanın dördüncü katında.

Yavaşça kapıdaki süsü iki yana ayırdım, aslına bakarsak cidden yanına gitmek istemiyordum.

"Oh, Oh Sehun!"

"Tao, nasılsın? Kris nerede?"

"Onu görmeye mi geldin? Erken çıktı. Eğer gelirse büyük ihtimal uzun süre sonra olur. Akşam yemeği ister misin?" Geri zekalı bir insanın tekiydi, burada olmaması daha iyiydi o zaman. Çünkü sadece beni uğraştırıyordu.

"Yok, zahmet etme." dedim sinirden göz devirirken. "Önceden birkaç kere aradım ama hiçbir şekilde denk getiremedim, birkaç kağıt imzalayacaktım sadece."

Tao arkasını döndü, bir grup takım elbiseli adama parmağını kaldırdı ve, "Hey, siz oradakiler! Gidip Kris'in ofis kayıtlarını getirin." dedi. Ardından arkama geçerek beni sertçe ittirmeye başladı, "Gel, beklerken otur! Sana biraz dimsu getireceğim."

"Zahmet etme demiştim..." Bıkkınlıkla nefes verdim, sadece imzalayıp gitsem olmaz mıydı?

Kalçamın sertçe sandalyeyle buluşmasıyla beraber acıyla sızlandım.

"Yuii!" Sadece... Kris'in buralarda olmadığını biliyordum. O yüzden buraya gelmiştim ama başıma gelenlere de bakın.

Önüme gelen dimsularla karnımın acıktığını hissettim, çok güzel görünüyorlardı. Hızlıca önümdeki chopstick yardımıyla birini ağzıma attım, harikaydı.

"Güzel değil mi?" dedi gülerek Tao.

"Öyleler ama çok fazla getirdin."

"Sadece ye. Daha fazla istemekten çekinme, parayı tam zamanında ödemen taktire değer." Defteri yavaşça eline aldı kayıtlarımın olduğu sayfayı açtı, kaşları anında çatıldı. "Neler oluyor? Geçen hafta arka arkaya beş bin dolar yatırmışsın."

Dudaklarımda duran çubuğu ısırırken gözlerimi kaçırdım.

"Sehun... Bana piyangoyu kazandığını söyleme?"

Gülerek, "Onun gibi bir şey." dedim. Ne büyük piyango ama!

Tao'nun şüpheci bakışları son derece bana hakimken telefonuna gelen bildirim sesi ile ekrana baktı, "Kris bugün gelmiyormuş." dedi. Bugünün tek güzel haberi buydu. "Ülkesinden bir şeyler getiriyormuş falan."

"Kaçakçılık yani." Kris her zaman böyleydi. Tıpkı şu yönettiği kitap gibi, özgürlüğüm onun elinde.

"Bugün uğradığını ona söylerim, boş zamanın oldukça gel. Sana yine bir sürü dimsu veririm, her şeyden öte biz bir aileyiz değil mi?" dedi Tao. Gayet sevecendi ve gülümsüyordu, umarım bu gülümsememin altında bir şey yoktur.

Elimi saçlarına atarak hafifçe karıştırırken, "Pekala, teşekkürler." diyerek gülümsedim.

Aile, huh... Büyükanne Ling Bao bana torunu gibi davrandığı için, Kris'in çetesi bana onun kardeşiymişim gibi davranıyor. Ama konu ne zaman açılsa Kris rahatsızlığını belli etmekten hiç geri kalmıyor.

"Sen..." Ellerini yumruk yapmıştı ve oldukça sinirliydi, aşağıdan daha da korkunç görünüyordu. "Gerçekten Xiao Luhan oluyorsun, değil mi?"

Başım yere doğru eğikken yerde bağdaş kurmuş oturuyordum, ellerim de yerdeydi. Titreyen sesimle, "Hyung... gerçekten öyle değil." dedim. Gerçek Xiao Luhan gibi davranabilirim ama ben o çocuk değilim. O olabilmemin hiçbir yolu yok biliyorum ama...

Gözlerimden akan yaşlarla bağırdım, "Kimseye sahip olmamak ne kadar ıssız bir durum!"

Gözleri açılmış, çenesi sıkılaşmıştı.

Sadece bir sarılmanın sıcaklığını hissetmek istiyorum.

suyun üzerinde yürümek ー sekai.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin