4.0

4.9K 391 107
                                    

Tepemde dönen ışıklara bayık bir bakış attım. Zaman kavramı çoktandır kaybolmuş gibiydi ve gördüğüm tek şey elindeki bardağı fondipleyen Lisa ve Jennie'ydi.

"Piçin teki için bu hallere düştüğüme inanamıyorum," dedi Lisa sinirli bir halde gülerken. Oldukça sarhoş görünüyordu. Normalde onun için endişelenir ve elindeki bardağı alırdım ama sorun çıkaracağını bildiğimden karışmadım. Ek olarak bir kadeh içmeme rağmen hiç halim yoktu.

"Alış kızım buna," dedi Jennie saçlarını geriye atarken. "Erkekler hep böyledir. Seni üzmeyecek birini bulman Tanrı'nın sana olan bir mucizesi olur." Bakışları bana döndüğünde tek kaşını kaldırdı ve muzipçe gülümsedi. "Tanrı bu sefer Chaeng'e mucize sundu."

Dalgın bir şekilde dediklerini düşündüm. Haklıydı. Jungkook tam anlamıyla mükemmel bir insandı ve her kızın isteyeceği bir erkekti. Onu bir şans olarak görmek yerine, bizi bir şans olarak görmeyi tercih ediyordum. Bir haftadır onun evinde kalıyordum ve resmen bulutların üstünde gibiydim.

Jennie sıcakladığı için bir eliyle kendini yellerken kulağıma doğru eğildi. "Neden içmiyorsun?"

"Bu bile ağır geldi ya," dedim yüzümü ekişitip elimdeki bardağa bakarken. Fazla içen biri değildim. Öyle ki bu hayatımda içtiğim 3. alkollü şey falandı. Bundan önceki deneyimlerimde kızlarla akşam yemeklerinde şarap içmiştik ve tadı gayet hoştu ama bu içtiğim her ne haltsa berbat bir tadı vardı.

Dilimle kurumuş dudaklarımı ıslatıp etrafa baktım. Fazla popüler olan bir bardaydık ve buranın fazla popüler olduğuna şu an ben karar veriyordum çünkü ileride yarım saattir beni seyreden kız flaşını bile kapatmadan fotoğrafımı çekiyordu.

"Cidden..." dedi Jennie bir kıza bir bana bakıp. "Saygı denen şeyden haberleri var mı?" Homurdanıp içkisinden bir yudum daha aldı ve ayaklandı. "Chaeng gel yer değiştirelim. Sen buraya geç, yüzünü çekemez en azından."

Derin bir nefes alıp ayağa kalktım ama Jennie'nin yerine değil, doğrudan karşıya, kıza doğru ilerlemeye başladım. Lisa'nın ardımdan, "Ne yapıyor bu," dediğini ve Jennie'nin ismimi seslenişlerini umursamadım. Artık yetmişti.

Kızın karşısında durduğumda telefondan başını kaldırdı. Küçümseyici bakışları önce bedenimde, ardından yüzümde dolaştı ve dudakları alayla kıvrıldı. Benim yaşlarımda olduğunu tahmin ettiğim siyah ve kâküllere sahip biriydi.

"Ne yaptığını sanıyorsun?" dedim kollarımı göğsümde birleştirip ona bir adıma atarken. Hâlâ yerinde oturduğu için ona üstten bakıyor ve cevap bekliyordum.

"Fotoğraf çekiyordum?"

"Benim fotoğrafımı çekiyordun," diye düzelttim cümlesini. "Benden izin almadan, benim fotoğrafımı çekiyordun. Amacın ne?"

Koyu renge boyalı ve benim aksime aşırı abartı olan makyajıyla güçlü bir imaj sergiliyordu. Gözlerindeki küstah bakış kendini koruyordu.

"Amacım mı?" dedi hafifçe gülüp. "Jeon Jungkook'un bu ucuz zevkini herkese göstermek."

Vücuduma aniden nükseden adrenalin ve öfke ile gözlerimin bile başka baktığını hissettim. Ağzımın içinde dilimi ısırdım ve kızın tam dibine girip yüzüne doğru eğildim ve sakince konuştum. "Ne dedin?"

"Dedim ki... Onun gibi mükemmel bir erkeğin sevgilisi nasıl olurda böyle barlarda onu zora sokar? Sevgilini hiç mi düşünmüyorsun?" Sinsi gülüşünü yüzünden hiç silmedi. "Onu hak etmiyorsun."

Bir anda, daha ben bile ne olduğunu kestiremediğim bir zamanda elimi hızla arkasındaki bar tezgahına vurdum. Yanımızda sohbet eden iki kişi irkilerek omuzlarının üstünden bize bakarken sesimi yükseltmemle müzik susmuş, bakışlar buraya dönmüştü.

"Bana vuracak mısın?" dedi ayağa kalarken. "Ne bekliyorsun? Yoksa sevgilin sana dışarıda böyle şeyler yapmamanı mı söyledi?" Ruja buladığı dudaklarını büzdüğünde kusacak gibiydim. "Evcilleştirdi mi seni?"

Benden beklediği hamleyi biliyordum. Tam şu an burada ona saldırmam için hevesle bekliyor, bundan prim yapmak ve Jungkook'un sıkıntıya girmesini istiyordu ama istediğini vermeyecektim. Kontrollü olmam, mantıklı düşünmem ve anlık hırslarıma yenik düşmemem lazımdı.

"Çok acınasısın." Bu sefer gülme sırası bendeydi. "Hâttâ o kadar üzülüyorum ki senin için... Hiçbir zaman kendi hayatını yaratamayacak olmana, her zaman başkalarının hayatlarına göz koyacak olmana, çok üzülüyorum." Kulağına doğru eğildim ve parmak ucumla saçını geriye attım. "Onu seviyorum ve ikimiz de boş konuşanları duymama gibi bir karar aldık. Söylediğin cümleler var ya," dedim hafifçe gülerken. Ardından yüzüm ruhsuz bir ifadeye büründü ve kulağından uzaklaşıp tekrar önüne geçtim. "Umurumda değil."

Jennie ve Lisa koşar adım yanıma geldikleri sırada, Lisa kaşlarını çattı. "Ne oluyor?"

Elimle ona bir saniye işareti yaptım ve kıza geri döndüm.

"Kendine bir hayat edin. Ancak öyle mutlu olabilirsin."

Aralık kalan dudakları bir şey söyleyecek gibi oldu ama ardından hemen kapandı. Topuğunu yere vurarak omzuma çarpıp çıkışa ilerlediğinde müzik tekrar çalmaya başlamış, JenLisa ikilisine dönüp tek kaşımı kaldırmıştım.

Araçtan inip kızlara el salladım ve kapının önüne geldim. Çantamdan anahtarı çıkarmam lazımdı ama asla bulamıyordum. Yanaklarımı şişirip ekranımın ışığıyla çantaya baktım ama yoktu işte. "Neredesin ya..."

Omzumun üstünden bir kol geçtiğinde hafifçe sıçradım ama bu kısa sürdü. Tanıdık gelen mentollü şampuan kokusu bana gelen kişiyi tanıtmış, yüzünü görmeme bile gerek kalmamıştı.

"Niye korktun?" dedi elindeki anahtarla kapıyı açarken. "Şirkette olduğunu sanıyordum," dedim içeri geçerken. "Öyle söylemiştin sanki?"

Kapıyı kapatıp o da içeri girdiğinde ışıkları yaktım.

"Başka bir işim çıktı. Arkadaşlarımlaydım."

"Hımmm," dedim çantamı bir kenara bırakırken. "Neden hiç haber vermedin?" Ona yaklaşıp elini tuttuğumda yavaşça gülümsedi.

"Kızlarla rahat vakit geçir istedim."

Ya evet, çok rahat vakit geçirdim. Gerçekten.

Başımı salladım. "Ben üstümü değiştirip geliyorum hemen."

Eğilip dudaklarıma kısa bir öpücük bıraktığında merdivenlere yönelmiş ve yukarı çıkmıştım.

Kendi kıyafetlerimden de giyebilirdim ama Jungkook evdeyken sürekli onun dolabından giyinmemi istiyordu ve belli etmesem de hoşuma gidiyordu. Ona ait şeylerin içinde sıcak ve rahat hissediyordum. Bu yüzden üstümdekileri çıkardım ve kirli sepetine atıp onun dolabının önüne geçtim. Koyu yeşil ince bir kazağı üstüme geçirip odadan çıkacağım sırada telefonuma gelen bildirim sesleri duraksamama neden oldu.

Birden fazla, üst üste gelen sesler tek bir şeyi ifade ediyordu.

O kız fotoğraflarımı yaymıştı ve insanlar onları hiç alakadar etmeyen, oldukça normal olan bu durum hakkında konuşuyorlardı.

Sıkıntıyla ekranı açtığımda Twitter'a girdim. Bıkkın bir ifadeyle ilk bildirime tıkladığımda dudaklarım aralandı. Şaşkınlıkla ekrana bakarken bildirimler yağmaya, telefonum çıldırmış gibi sesler çıkarmaya devam ediyordu.

Evet, ortada bir fotoğraf dönüyordu ve ben de o fotoğrafa dahildim.

Ama, bir şey daha vardı.

Ben muhtemelen kızların bana söylediği bir şeye gözlerim kısılmış bir şekilde  gülerken, Jungkook'ta hemen dört beş masa uzağımdan bana bakıp gülümsüyordu.

under his heart Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin