4.2

4.1K 327 19
                                    

"Jungkook, ben yapamayacağım galiba ya." Sırtımı dönüp kapıya gidecekken huysuz bir homurtu çıkardı ve bileğimden tutup gitmemi engelledi. Yanaklarımı şişirip ona döndüm. "Dansçıyım ben. Şarkı söyleyemem."

Bana kaşlarını kaldırıp, ciddi misin sen? gibisinden bakış attı. Ardından işaret parmağını kendine doğru çevirdi. "Ben nasıl yapıyorum peki?"

"Sesin güzel çünkü."

"Senin de sesin güzel?" dedi ifadesini bozmadan. "Bana Ending Scene söylediğin günü hatırlamıyor musun?"

Ah, o günü nasıl unutabilirdim ki? Yeni tanıştığımız dönemlerdi ve ben şarkıya başladıktan sonra o da benimle söylemişti. Heyecandan ölecek gibi hissetmiştim.

"Evet hatırlıyorum, hatırlıyorum ama..."

Başını geriye atıp derin bir nefes verdi. "Seninle çok işimiz var."

Üstündeki ceketi çıkarıp başka bir tarafa yöneldiğinde ben de bakışlarımı etrafta gezdirdim. Jungkook beni şarkı kaydetmem için bir stüdyoya getirmişti.

"Ne söyleyeksin?"

Ona ters ters bakarken homurdandım. "Elinin körünü..."

"Duyuyorum seni," dedi dudağının kenarı kıvrılırken.

Ben ne anlardım ki şarkıdan? Tamam, bazen kendim için söylüyordum ama bu başkaydı.

"Ben daha önce hiç stüdyoda şarkı kaydetmedim."

Birkaç saniye boş boş bakıştık. "Eee, ne olmuş yani? Her şeyin bir ilki vardır."

Pes ederek omuzlarımı düşürdüm ve dönen sandalyeye oturup kendimi geriye ittim. Bu sırada da ne söyliyeceğimi düşünüyordum.

Sessiz ortamı bozan şey telefon sesiydi. Benimki değil onun telefonu çalıyordu ve önümdeki sehpada duruyordu.

"Kim arıyor?"

Telefonu alıp ekrana baktım. "Sejin?" dedim kaşlarımı çatıp.

"Menajer," dedi soru işareti ile dolu olan sesime karşılık. "Açmasam mı?"

"Saçmalama," dedim telefonu ona götürürken. "Önemli bir şeydir belki."

"Şu an olabilecek en önemli işim sizsiniz, Roseanne Park," diyip önümde tek dizini kırarak eğildiğinde gülerek omzuna vurdum. O da gülmüş ve yeniden çalan telefonu elimden alıp cevaplamıştı.

Telefonu cevaplayıp konuşmaya başladığı sırada ben de yanından ayrıldım ve etrafa göz gezdirmeye başladım. İçeride yeni temizlik yapıldığı hoş kokudan belliydi ve içeriye dolan güneş ışığı sayesinde iyi hissediyordum.

Masanın üzerindeki bilgisayarın yanında birkaç tane düzensiz kâğıt ve kalem vardı. Onlara hiç bakmadan konuşmasınu bitiren Jungkook'un yanına döndüm.

"Ne olmuş?"

Telefonunu kulağından indirirken dudaklarını birbirine bastırdı.

"Gitmem lazım desem sorun olur mu? Bugün çekimimiz vardı. Tamamen unutmuşum."

Başımı iki yana salladım. "Sorun değil." Beni öpecekken yanından kaçtım ve dönen sandalyeye oturup kendimi masadan uzaklaştırdım. "Benim burada keyfim yerinde."

Gülüp kaşını kaldırdı. "Belli oluyor o."

"Ne kadar sürer işin?"

"Bilmem. Birkaç saat kadar olabilir. Haberleşiriz."

Jungkook bana kısa bir öpücük verdikten sonra yanımdan ayrılmış ve bir şey olursa aramamı, yanıma geleceğini söylemişti. Burada can çekişsem bile arayamazdım çünkü işlerinin yoğunluğu içinde benimle uğraşsın istemiyordum.

Sandalyeyle kendimi kaydırarak ilerkerken aklıma gelen şeyle durdum.

Jungkook'un beni buraya getirme amacı şarkı söylememdi. O halde ona istediğini vermeliydim değil mi?

Gözlerim ileride duran kulaklığa ve ekrandaki açık şarkı listesine gitti.

Pekala, sanırım bunu yapabilirdim.

Çantamı omzuma takıp merdivenleri kullanıp zemin kata indim. Jungkook da tam o sırada içeri girmiş ve beni gördüğü gibi yanıma gelmişti.

"Geciktim değil mi?"

"Sorun değil, iyi vakit geçirdim."

Eli elimi kavrarken kapıdaki güvenliğe başımla bir selam verdim ve birlikte dışarı çıktık. Hava tam olarak aydınlanmadığından kabak gibi ortadaydık ve çoğu insanın flaşları üstümüzdeydi.

Arabaya geçtiğimizde hiç vakit kaybetmeden çalıştırdı.

"Neler yaptın?"

"Kızlarla görüntülü konuştuk," dedim hafifçe esnerken.

"Tüm gün boyunca mı?" diye bir soru yönelttiğinde kırmızı ışıkta durmuştu.

"Hıhım... Bilirsin işte, Jennie'nin her zaman anlatacak bir şeyleri vardır." Arkama yaslanıp başımı ona çevirdim. Ah, cidden çok iyi görünüyordu. Dişlerini geçirdiği alt dudağını hafifçe emip o da bakışlarını bana çevirdiğinde konuştum. "Sen neler yaptın?"

Derin bir nefes verdi. "Youtube çekimi," dedi omuz silkip. "Her zaman ki şeyler işte."

Anladığımı belirtir bir şekilde başımı salladım. O sırada yeşil ışık yanmış, evin yolunu tutmuştuk.

under his heart Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin