ÖKÜZ KORELİ'YLE TANIŞMA

641 45 2
                                    

Yüzüme yediğim yastıkla yataktan fırladım. İlk başta nerde olduğumu anlamasamda karşımda bana sırıtan Eun Kyung'u görünce hatırladım.

" Günaydıın. Bugün birlikte ilk günümüz olduğu için Dae Ho'yla plan yaptık. Seni Changdeokgung Sarayı'na götürüceğiz. "

" Ha? Yani orası neresi? "

" Gidince görürsün. Hadi hazırlan. Balli ( çabuk ) "

"Tamam."

Kendimi bazen çok şanslı hissediyorum. Kim yeni geldiği ülkede böyle iyi ve tatlı insanlarla karşılaşır ki.

Dolabın karşısına geçince klasik soruyu sordum kendime. 'Bugün ne giysem?' Rahat bir şeyler giymek en mantıklısı. Altıma kot şortumu , üstüme ise üzerinde İstanbul yazılı salaş toz pembe tişörtümü giydim. Siyah converselerimi de giydikten sonra sırada saçlarım vardı. Acaba düzleştirsem mi yoksa favori modelim olan dağınık topuzumu mu yapsam? Dağınık topuzumu yaptıktan sonra eyeliner ve rimel sürdüm. Aynada ki yansımamdan memnun kalarak odamdan çıktım.

" Vay bu ne güzellik? Hazırsan çıkalım mı? Dae Ho dışarıda bekliyor. "

" Hazırım,gidebiliriz. "

Dışarıya çıktığımızda arabasına yaslanmış Dae Ho da benim gibi düşünmüş olmalı. Çünkü üzerinde spor kıyafetler vardı.

" Beni sulamaya mı geldiniz? "

" Ne alaka kuzen? "

" Sayenizde ağaç oldumda burda. "

" Sen ve şu espirilerin olmasa bu sıcakta ne yapardık bilmiyorum." dedim gözlerimi devirerek. Siyah BMW'sine binerken arabaya hayranlıkla baktım. Hayalimdeki arabaydı.

Araba ilerlerken camdan Seul'un sokaklarını ve insanlarını izliyordum. Herkesin farklı bir telaşı vardı. Bir kız çocuğu annesinin eteğini çekiştiriyor karşısındaki dondurmacıyı gösteriyordu. O an gidip kızın yanaklarını sıkmamak için kendimi zor tuttum. Çok tatlıydı.

" Kaç yaşındasın Yağmur? Biraz kendinden bahsetsene." dedi Dae Ho bana doğru bakarak.

" 22 yaşındayım ve tercümanım."

" Hangi dilleri biliyorsun peki? "

" İngilizce ve Korece."

" Vay. Peki ailen?"

" Neden bu kadar çok soru soruyorsun? Yoksa oğluna mı alıcaksın beni?"

" Oğlum yok ama çok istiyorsan kendime alabilirim." dedi göz kırparak

Söylediğiyle pancar gibi olduğuma eminim. Dae Ho ve Eun Kyung bu halime kahkahalarla güldüler.

" Şaka yapmıştım."

" Çok komikti." dedim ve dil çıkardım. Sarayın önüne geldiğimizde Dae Ho arabayı park etti ve çıktık. Ağzım açık kalırken içine sinek girmesinden korktum ve hemen kapattım. İlk defa böyle bir saray görüyordum (dizileri saymazsak). Sarayın avlusuna girdiğimizde çok kalabalık olduğunu gördük. Herkes benim gelmemi mi beklemişti ?! Biliyorum eşi rastlanmaz biriyim ama beni bu kadar şımartmamalısınız. Sonra kendi kendime havalara...

" Ah! "

Her kendimi övmeye başladığımda aynı durumda kalmak zorundamıyım! En iyisi kendimi övmeye ara vermek.

Çarpışmanın etkisiyle beton zemine düşerken bana çarpan öküz hiç etkilenmişe benzemiyordu. Üstüne üstük alaycı bir ifadeyle bana bakıyordu. BANA!

" Bu gibi durumlarda insanlar özür diler. Öküzün trene baktığı gibi bakmaz. Ah pardon! Öküz olduğunuzu kısa bir an unuttum da! "

Benden böyle bir tepki beklemediğinden mi yoksa Korece konuştuğum için mi gözleri şaşkınlıkla açıldı. Yanındaki arkadaşları da gülmeye başladı. Aslında bende kendime şaşırmıştım. Bu lafları ben mi söylemiştim? Gerçi sinirlenince kelimeler istemsiz olarak çıkıyor ağzımdan.

" Öküzün trene baktığı gibi derken? Bu durumda tren sen mi oluyorsun? Gerçi sende o potansiyel var. Baksana tren gibi geniş ve büyüksün. "

" Ne?! Sen bana kilolu mu demek istedin şimdi? Hah! Sen kendine bak öküz! "

Üstümü silkeleyerek yerden kalktım. Dae Ho ve Eun Kyung şaşkın bir şekilde bizi izliyordu.

" Evet kilolu demek istedim. Hem sem kiminle konuştuğunu biliyor musun?" dedi bana doğru yaklaşırken.

" Başbakanın oğlu olsan umrumda değil." dedim bir adımda ben atarken.

" Kim Joo Chan." dedi aramızdaki mesafeyi sıfıra indirirken. Yavaşça kulağıma eğildi ve "Bu ismi sakın unutma." diye fısıldadı. Beni şok olmuş bir vaziyette bırakıp giderken arkasına dönüp bakmadı.

KORE DE TÖREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin