16: Gone With The Sin

2.2K 179 112
                                    

Yeni okul dönemi, Regulus'un hayal ettiğinden daha çabuk geçiyordu. Perondaki tuhaf ve açıklanamaz davranışından ötürü sadece anne ve babasından değil, büyükanneleri ve büyükbabalarından ve hatta dayısı ve halasından da mektuplar almıştı. Hiçbirine cevap vermeyince ise, Walburga ona bir çığırtkan göndermekte sakınca görmemişti. Neyse ki çığırtkanı baykuşhanede bulduğu için tüm okul önünde rezil olmaktan kurtulmuştu.

Onlar Regulus'u anlamaya çalışadursun, Regulus büyük hevesle Noel tatilini bekliyordu. Yaptıklarını James'e değil, ağabeyine anlatmıştı ve Sirius da sözlerinin tutarlılığı için artık eve dönemeyeceğini söylemişti. Regulus için artık ev, James'in sevgi dolu, merhametli kollarıydı. Noel tatilini onunla geçireceği için sabırsızlanıyordu. Söylediğine göre, James'in onun için bir sürprizi vardı.

Tatil sabahı Regulus sandığını kaptığı gibi trene bindi. Binmesiyle de yoklamaya imza atıp, kompartıman penceresinden inmesi bir olmuştu çünkü eğer Londra'ya dönerse, ailesi onu orada bekliyor olabilirdi. James'in birkaç gün önce ona gönderdiği görünmezlik pelerinini üzerine ve sandığının üzerine örtüp sessiz sessiz ormana doğru yol aldı. Anlaştıkları üzere, görüşmeyeli epey bronzlaşmış olan James onu orada bekliyordu ve yine bir anahtar yapmıştı.

Birbirlerini öptükten sonra James "Anahtarı tam trenin kalkış saatine göre ayarladım." dedi. Regulus saatini kontrol etti. Trenin kalkmasına on iki dakika vardı. Normal zamanda olsa kaç dakika kaldığını söylemek için "On." derdi ama anahtarların ne kadar dakik olduğunu bildiği için tam dakika verdi.

"Kiliseleri sever misin?" diye sordu James birden bire. Regulus kesin bir tavırla "Hayır," diye yanıtladı "inançlı biri sayılmam yani seni seviyorum diye beni lanetleyen bir Tanrı'ya neden ibadet edeyim ki? Kiliseler sadece mimari olarak hoşlar." James "Ah," dedi "aslında haklısın ama bu akşam St. Joseph Kilisesi'nde Noel ayinine katılırız diyorduk. Tayland'daki kiliselerden biri. Sonra da seni biraz Tayland sokaklarında dolaştırırız."

Regulus ona bakarken gülümsedi "Size ayak uydurabilirim, sorun değil. Ne de olsa kapıda inançsızların geçmesini engelleyecek büyü yok ya! Tabii dinde büyü de yasaktı-" Trenin düdüğü duyulduğunda James saatini kontrol etti "Yirmi üç saniye... On, dokuz, sekiz, yedi, altı, beş-" İkisi de James'in anahtar yaptığı kalın kitaba atlayacak gibi pozisyon aldılar "dört, üç, iki, bir!"

Mide bulandırıcı bir yolculuğun ardından Regulus kendini yeniden bembeyaz kumların üzerinde buldu. Sirius açılır kapanır sandalyelerden birine oturmuş, kucağında da bir kasa patlamış mısırla, onlara bakıyordu. O da James kadar bronzdu "Tam zamanında, beyler!" James güldü "Bunu söyleyebilmek için oraya kurulmadıysan neyim!" Sirius dişlerini göstererek sırıttı. Bronz olduğu için dişleri her zamankinden daha beyaz görünüyordu.

"Bu arada, zaman yolculuğu yaptınız." diye alay etmeye devam etti Sirius "Burada saat öğleden sonra saat dört ve hazırlanmak için dört saatimiz var." James tişörtünü çıkardı "Biraz yüzmeden hiçbir yere gidemem." Sirius da tişörtünü çıkardı "Beni bekle!"

Onlar yüzerken ve suda boğuşurken Regulus sadece ayaklarını sokmuş, uzaktan onları izliyordu. Sonra Remus onun yanına yaklaştı "Meyve kokteyli alır mısın?" Regulus ona uzatılan bardağı teşekkür ederek aldı. İçeceği çok lezzetli olduğu için "Senin tariflerinin hayranıyım." demeden edemedi "Büyü dünyasında pek alışık olmadığım tatlar deniyorsun ama hepsi harika."

"Teşekkür ederim." diye karşılık verdi, pek mütevazi Remus "Annem mutfakta zaman geçirmeyi çok severdi. Belki de ondan bir şeyler kapmışımdır. Ayrıca James de Sirius da oldukça iştahlılar. Onları mutlu görmek bana huzur veriyor." Regulus güldü. Kolunda Karanlık İşaret'in acısını hissetmişti ama aldırış etmedi "Bir nevi anne gibi olmuşsun... Bu arada, Peter nerede? Onu göremedim."

Please Don't Love Me It's a Waste | JegulusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin