"Tamam, bir kez daha dene." dedi babam.
Başımla onaylayıp derin bir nefes aldım. Biraz ilerideki dal parçasına gözlerimi diktim. Hayır, bu kez kolumu ona doğru kaldırmadım. Amacımız da buydu; mümkün olduğu kadar az fiziksel kareketle daha çok zihinsel tenekinezi yapmak. Buna "Nasıl kimseye yakalanmadan telekinezi yapabilirim?" de demek doğru olurdu.
Bugün buradaki son günümüzdü. Birkaç gün önce ,Sihir Bakanlığı operasyonundan hemen önce, içinde kiyafet olan çantalarımızı almaya gitmiştik. Mr. Scamender evde yoktu. Bizi Bunty karşılamıştı. Ama bize eskisi gibi sıcak değildi. Yalandan, zar zor gülümsüyor, kısa ve soğuk cümleler kuruyor ve bizi istemediğini açıkça ifade ediyordu. Annem -oraya ben, Eliza ve annem; üçümüz gitmiştik- her ne kadar ona gülümsese de, dostluk kurmaya çalışsa da Bunty sadece dik dik bakıp başını sallamıştı. En son evden çıkarken annem "İyi günler..." demişti gülümseyerek. Ardından Bunty'nin kapıyı suratına kapatması üzerine "...seni küçük o*ospu." demeyi de ihmal etmemişti.
Bakanlık olayından sonra babamla akşama kadar vakit geçirmiştim. Ne kadar katı ve ciddi bir adam gibi dursa da -sevdikleriyle- sohbeti güzeldi. Bu şekilde geçen birkaç harika günden sonra buraya kadar gelmiştim. Ve burası yolun sonuydu.
İyice odaklandıktan sonra dirsegimi ve bileğimi biraz haraket ettirerek yavaşça elimi kaldırdım. Dal parçası benimle birlikte kalkıyordu. "Oldu!" diye bağırdım sevinçle, dalı havada tutmaya devam ederken.
Babam "Kör olmadığımı söylemiş miydim?" diyince ufakça güldüm. Onun bu tür küçük espirileri hoşuma gidiyordu. "Şimdi," diye devam etti. "Dirseğinden kolunu yavaşça yanına indir. Ama dalı aynı noktada tutmaya devam et."
Dediğini uygulamaya çalıştım: İlk dal hareket ediyor mu diye kendimi denemek için bileğimden elimi oynattım. Sonra oynamayacağından emin olunca dirseğimi düzelttim. "Tanrım, bu harika!"
"Elini yavaşça ve hafifçe oynatarak dalı hareket ettir."
Bunu yapabileceğimi bildiğim için direkt elimi sağa sola oynattım, dal da benimle birlikte sağa ve sola geldi.
"Pekâlâ, şimdi gözünü doldan yavaşça çek."
Biraz durdum. "Gözümü mü çekeyim? Nasıl?" Bu benim için imkansız gibi bir şeydi.
Derin bir nefes aldı. "Dala iyice odaklan, konumunu ezberle ve gözünü çekerken konumunu, biçimini hayalinden gözünün önüne getir."
"Peki." dedim ama hâlâ kendime güvenmiyordum. Gözümü daldan ayırıp yanımızdaki ormanlık alana baktım. Karlardan ağaçların renkleri görünmüyor gibiydi. Küçük bir 'pıt' sesiyle dekrar dala, ve olması gerektiği yere baktım. Fakat, karların üzerinde duruyordu. Başaramamıştım.
"Tekrar dene."
Bir şey demeden elimin ufak hareketi ile dalı kaldırdım. Bu kesinlikle el kaldırmaktan daha zordu ama yapıyordum işte. Şimdi ise en zor yeri gelmişti. Dala iyice odaklandıktan sonra gözlerimi yavaşça yukarıya, bulutlara kadırdım. Ama dal hâlâ zihnimin önündeydi. "Haha!" dedim sevinçle. Ve ona baktım. "Sırada ne var?"
"Gözlerini kapat ve dalı yavaşça indir."
Derin bir nefes alırken nasıl yapacağımı düşündüm. Gözlerimi kapattım. Dalın gözlerimin önünde kalmasi için uğraştım. "Hâlâ havada mı?" dedim dalı kastederek.
"Evet."
Başımı salladım. Elimi hareket ettirirken dalın yere indiğini hayal ettim.
"Gözlerini açabilirsin. Başardın." dediği anda dalın olması gerektiği yere baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık <Tom Marvolo Riddle>
Fanfiction>>>>> (Harry Potter) "Bu hayattaki en büyük ceza sevdiğin kişilerin seni hayatından silmesine tanık olmaktır." Bu kitap sıradan bir "Tom Riddle" kitabı değildir. Bu içinde sadece saçma bir aşk barındıran ve sonu masum bir ev...