❝Tutulmayan sözlerin, yarım kalmaya mahkum olan mısraların ve her zorluktan sonra çıkan engelerin baş edemeyişiyle yine yalnız kalırken ilk kez vazgeçmenin ucunda olduğumu hissediyordum.❞TUTULMAYAN SÖZLER.
꧁⸻꧂
Ertesi Gün.
Kış ayına girmemizin üzerine havanın dondurucu soğukluğuna alışamayan bünyem anında şifayı kaparken şansıma lanetler okuyarak güne başlamıştım. Akan burnum ve sulanan gözlerimle güne harika bir başlangıç yapmıştım! Bedenime sardığım kalın yorganla soğukluğa karşı direnmeye çalışıyordum. Günün ağırlaşması üzerine saatler geçse de kalkmaya hiç niyetim yoktu. Tembelik yapasım gelmişti bugün. Bitkin halim uzun soluklu bir uyku için can atarken bu fikre kapılmama ramak kalmıştı. Başıma giren keskin ağrıyla yüzümü buruşturup ipek mendile akan burnumu yeniden silip kendi kendime homurdandım. "Bir bu eksikti! Tam da kral Aker'le konuşacağım gün hastalanasım tutu. Kesinlikle bu benim bahtsız kaderim!" Kaderim bu benim, kaderim! "Her neyse. Nezle olmam bile krala yapacağım konuşmama engel olamazdı!"
O konuşma bugün gerçekleşecek!
Kalkmak için niyetlendiğimde aklıma gelen isimle gözlerim anında irileşti. "Kahretsin!" Ben Mehran'ı unutmuştum! Ve bugün onun düğün günü. "Acaba şu an Asef'le mi birlikte?" Dudaklarımı ıslatarak kendimce tahmin yürütmeye devam ettim. "Umarım ki onunla birliktesin Mehran." Son durumunu iyice merak ederken Mehran'ın nerede olduğunu kime sormam gerektiğini düşünmeye başladım. Bir abisi olduğunu biliyordum ama Mehran hiç abisinin isminden bahsetmemeşti. Yalnızca askeriyede olduğunu söylemişti söz arasında. Bu yabancı ve ısız hissettiren topraklardan gidene denk onun mutlu olduğundan emin olmalı, gözüm arkamda kalsın istemiyordum. O benim dostumdu. Buraya geldiğim günden itibaren yanımda olup hep destek oldu.
Sıra şimdi benimdi.
Kevin ve Jack'ı bile günlerce görmemiş, sınır bölgesinde olduklarından başka bir bilgim yoktu. "Tembelliğin sırası değil!" diyerek yorganı kenara iterek yataktan istemeye istemeye kalktım. Dengemi sağlayarak ayaklandığımda vakit kaybetmeden kısa bir duş aldım. Duşun etkisiyle kendimi daha dinç ve rahat hissetmiştim. Giydiğim lâcivert uzun elbise bedenime tam uymuştu. Kurutuğum saçlarımı salık bıraktığımda artık gitmek için hazırdım. Gitmek için hareketlendiğimde makyaj masanın üzerinde gördüğüm bir demet gül ve notla kaşlarımı merakla çatıldı. Gül ve not mu? "Kim bırakmış olabilir ki?" Merakla gülü ellerimin arasına alarak kokladım. Çiçekleri seven bir kadın olmama rağmen koparılmasından hiç ama hiç hoşlanmazdım. Oldukları yeri güzelleştirmek varken neden koparıp güzelliklerinden mahrum kalalım ki?
Çiçekleri bir tek ölü toprakların üzerinde görmeyi doğru bulmuyorum.
Hayat veren rengarenk çiçekler ölü topraklara mahkum edilmemeli.
Belki de içimde öldürmüş olup, soldurtuğum çiçekler, başkalarına hayat vermesini istediğim için koparılıp kara toprağa mahkum olmasını istemiyorumdur.
"Büyükannem..." Onun odasında her daima saksı da rengarenk çiçekler bulunurdu. Tüm hengame arasında onu bir anlığına unutmuştum. Hayır, bir tek onu değil. Ben işimden ve hayatımdan da epeyce uzaklaşmıştım. İsteyerek olmasada getirildiğim bu topraklardaki işlere yoğunlaşmış, düzen kurmaya başlamıştım. Sıkıntıyla oflayarak gülü yerine bırakarak kırışmış not kağıdındaki yazıları sessizce okumaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CEVABI SENDE SAKLI
FantasyGirdiği sokağın kırık lambasının aydınlattığı kadarıyla yoluna kendinden emin bir şekilde yürüyordu. Lâcivert rengine boyanan gökyüzü, içi gibi ağırlaşmış, hissiz bir melodiye dönüşvermişti. Onun tek isteği bir an önce fenalaşan akrabasının evine ye...