C- Can't live without your love inside me now.
Sinirli adımlarım dalgalar gibi acımasızca yüzeye vururken ve elimle çektiğim bavul ile bir o yana bir bu yana yürüyorken tepedeki ay, denizin koyu mavi rengini bir peri tozuymuşcasına parlatıyordu.
Hava soğumuştu, yüzümü yakıyordu ve ben kızarmış, donmaya yüz tutmuş vücudum ile dondurucu havaya daha da soğukluk katan deniz kenarında neden yürüdüğümü bilemeyecek kadar dalgındım.
Kanada'dan Çin'e indiğim gibi gaspa uğramış, vapura bindiğimde cüzdanımı çaldırmış ve evlatlıktan reddedilmiş bir beş parasız olarak kaderime lânetler yağdırıyordum. Dünya yüzüme ancak bir turist olarak gezip geldiğim Kanadadayken gülmüştü fakat doğduğum ülkeye ayak bastığımdan itibaren orta parmağını yavaşça tekrardan kaldırmaya başlamıştı bana.
Ayağımın önünde gördüğüm minik taşa vurmadan önce onu ne kadar da kendime benzettiğimi fark edip ona tekme atmadan sadece yanından geçtim ve gözlerimi vücuduma soğuğu daha da vuran dalgalara çevirdim.
Hırçın gece gibi duygularım içimi dövüyordu ve bu gece, bu soğukta nerede kalacağımı bile bilmiyordum. Düşünmek de istemiyordum çünkü düşünürsem beynimin bana bir şeytan gibi vesvese verdiği şeyi gerçekleştirip kendimi dalgalara bırakırdım.
Bunu istemiyordum. Ölmek istemiyordum. İçimde ukde kalan şeyleri yaşamadan, bir sokak dansçısı olmadan ve delice dans etmeden, delilik yapıp bir erkekle doyasıya sevişmeden, kendi kusmuğumda boğulacak kadar içip sarhoş olmadan ve âşık olmadan, âşk duygusu bütün vücudumu ele geçirip beynimi ve kalbimi kontrol altına almadan önce kesinlikle ölmek istemiyordum.
Hayatını değerleri uğruna ellerinden kaçıran kişilere kıyasla kendimi kimseyle bağdaştırmamış, bana bir sınır gibi görünen çizgileri her defasında aşmak istemiştim ki bu zevk de bana ismimi hak ettiğimi düşündürüyordu. Çünkü her zaman dışa dönük bir yapım vardı ve bunu yirmi üç yaşıma gelene kadar asla değiştirmemiş, kendimi daha da geliştirmemi sağlamıştı.
Evet, yirmi üç yaşındaydım. Almanca, İspanyolca, Fransızca, İngilizce ve Rusça gibi diller biliyordum ve tamı tamına yedi ülke gezmiştim. Ailem ile aramdaki bağı eşcinsellere karşı perspektifi gösteremediğimde ayırıp onlara karşı çıkmış ve kendimi ancak bana saygı duyup beni böyle kabul eden insanlara göstermiştim.
Daha sonra sınırlarımı daha da zorlamak istediğimi fark ettiğimde kendi adıma açılmış bir banka hesabı ve sıfırlarını sayamadığım bir meblada paraya sahip olan kendim ile karşılaşmış, zenginliği büyükbabamın ölmeden önce tüm parasının yarısını bana miras bırakması ile yaşamıştım.
Şimdi ise tam tersiydim. Bir polisin ve sakin bir terzinin oğlu Yibo'ydum. Ben sadece, tam şu anda bu kadar kalmıştım ve başladığım yere dönmüş gibi hissediyordum. Böyle yaşamaktansa bu iğrenç ülkeye geri gelmemeyi dilerdim. Keşke bu iğrenç ülkeye tekrardan geri dönmeseydim.
Acı havanın oksijenini yutup ciğerlerime gönderirken de üşüyordum. Bavulumda sayamadığım kadar eşyam olsa da onların arasından kabanımı çıkartıp üzerime geçirmek üşümemden daha zor geliyordu. Bu yüzden üşümeyi beynime güzel bir şey olarak kabul ettirmeye çalışırken gözlerimin önüne bir bacak ve o bacağı sıkıca saran bir pantolon vardı. Parasını düşünecek olursam eğer kadife oldukça pahalı bir kumaştı ve bu adamın püfür püfür zengin olduğu da hem yere uzanış şeklinden, hem de üzerindekilerden anlaşılıyordu.
Üzerindeki beyaz gömlekte gördüğüm sarı leke kadarıyla bu herif içmekten dolayı bu hâle gelmişti ve onu bu saatte kimse fark etmemiş gibi duruyordu. Üstelik kokusu genizime ulaşmış bir şekilde zenginliğinin bilmem kaçıncı kuşak olduğunu bağıran 2Clive Christian No.1 Imperial Majesty parfümünü fark ettirirken bu sınırlı ülkede bulunan parfümün kokusunu ezbere bilen biri olmuş olmak beni biraz da olsun şımartmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Divørce [YiZhan ✓]
FanfictionO benim ruh eşimdi, her türlü onundum. O da benim. ×Wang Yibo & Xiao Zhan.