Savaştan Sonra

546 29 1
                                    

Ninnursag zehirli gazların bolca salındığı yeşil gökyüzüne üzüntüyle baktı. Gezegenin atmosferinin mavi olduğu, kendilerinden başka canlıların da sağlıklı bir şekilde yaşadığı günleri çok özlüyordu. Savaştan sonra gezegen rahatlıkla temizlenebilirdi. Ancak Nibiru halkı ve yöneticileri, bize büyük özgürlük savaşımızı bile kazandıran metalin yapabileceklerini keşfedince ilerleyen teknolojiyle neler yapabileceğimiz gözlerimizi kör etmişti. Daha rahat seyahat etmek için, gıdalarımızı ve diğer her türlü tüketim malzemelerimizi çok daha rahat üretmek için her alanda Aurum kullanılmaya başlanılmıştı. İnsanların birbirine daha fazla tükettikleriyle ilgili hava atmaları yaşam tarzları olmuştu. Eski yardımlaşma ruhu yoktu. Daha da kötüsü artık eskisi gibi doğayla uyumlu yaşamıyorduk. Böylelikle gezegen eskisinden daha da kötü oldu. Alalu'nun işgalinden kurtulup kendi gezegenimizi kendimiz daha beter hale getirmiştik.

Özel olarak çağrılmasına ve gezegenin en önemli yöneticilerinin karşısına çıkacağı için aşırı gösterişli görünmekle hiç ilgilenmiyordu. Koridorda ilerlerken, sarayın hizmetkarları ona porterın kapısını açtılar.

"Majesteleri aracınız hazır."

Bir sarayda bir odadan diğerine gitmek için teknolojik araçlar geliştirilmiş ve bu şekilde gezegenin kaynaklarının tüketimi uç noktaya getirilmişti. İnsanlar tembelliğe çabuk alışıvermişlerdi.

"Teşekkür ederim. Yürüyeceğim."

Kimsenin bakışlarına aldırmadan arkasını dönüp gitti. Ailesi en eski zamanlardan beri gezegenin savunma ve yönetim pozisyonlarındaydı. Babası Anu özgürlük savaşında önderlik edip, savaşın kazanılmasında büyük rol oynayınca kral olmuştu. Tabi Ninursag bu durumda prenses olmuştu. Bizzat savaşa katılmış biriydi. O yüzden kendini şımarık bir prensesten çok, ciddi görevleri olan halkına üstün hizmetlerde bulunması gereken bir yönetici olarak görüyordu. Kraliyet ailesinden olmak bilinçli biri için çok büyük sorumluluk demekti.

Toplantı salonunun dışında, içinden daha çok kargaşa vardı. Kendisi ana üyelerden biriydi. Zaten kapıda görünür görünmez herkes protokol kurallarına uyarak kendisini karşılamaya başlamışlardı. İçeriye girdiğinde Anu tahtında ihtişamlı bir şekilde oturuyordu.

"Belki de tanrılar bizi başka bir gezegenin mahvolmasına sebep olduğumuz için cezalandırmaya karar verdiler."

Utu huzursuzca kıpırdandı. Yıllar önce başka bir gezegenden Aurum'u getirmeseydi büyük başkaldırıyı asla başlatamayacaktık. Utu bunun karşılığında çok yüksek mertebelere ulaşmayı hayal ediyordu belki. Kendini pekala önder olarak ilan edebilirdi. Ancak sorun şuydu ki Utu çok gençti. Anu'nun yönetici tecrübelerinin yanında hiç birşeydi.

"Bilim adamları o gezegende muhtemelen yaşam olabileceğinden bahsediyor. Su gezegeniymiş. Muhtemelen suda yaşayan canlıların yuvasıydı. Sebep olduğumuz patlamayla gezegende yaşayan tüm canlılar öldü ve habitatları tamamen yok oldu."

Ninursag kesinlikle Anu ve hizmetindeki bilim adamlarına katılmıyordu.

"Bence kendi sonumuzu kendimiz hazırladık. Doğaya karşı daha dikkatli olmalıydık. Herşeyi tükettik."

"Sevgili Ninursag, Aurum'un mucizelerine kendi gözlerimizle şahit olduk. Daha rahat, daha güzel yaşamak varken bu zenginliğimizden neden faydalanmayalım?"

"Fakat Aurum'u o kadar plansız kullandık. Aurum kaynaklarımız tükenmek üzere olduğunu duydum."

Konuşan Utuydu. Anu ile aralarında görünmez bir savaş vardı. Bu çıkışına Anu sinirlenmişti.

"Sevgili Utu. Seninden yakınen bildiğin gibi Aurum'u başka gezegenlerden toplayacak teknolojimiz var."

"Evet gayet yakınen tanıyorum. Ancak sizin de yakınen bildiğiniz üzere en yakın Aurum'u olan gezegen parçalandı."

"Evet bu toplantının ana konularından birine geldik" dedi Anu sanki Utu'yu hiç duymamış gibi. Önüne yeni bir holografik sayfa açıp üyelere gösterdi. Görüntüde bir yıldız sistemi gözükmekteydi.

"Tiamat'tan kopan en büyük parça Şamaş'a çok yaklaşıp diğer gezegenler arasında bir yörüngeye oturdu. İçinde hala Aurum ihtiva ediyor."

Ninnursag'ın içi içini yiyordu. Resmen ısrarlı şekilde bir sistemi mahvedeceklerdi. Oradaki Aurum'u tükettiklerinde ne olacaktı? Alalu'dan farkları kalmayacaktı. Ama malesef koskoca Nibiru meclisinin fikrini tek başına değiştireceğini sanmıyordu.

"Bu yeni göreve oğlum Enki'yi getiriyorum. Genç Enki en iyi şekilde eğitildi."

Ninnursag Enki ve Enlil arasında negatif bir elektriğin gidip geldiğini hissetti. Enki de Enlil de Ninnursag'ın üvey kardeşiydi. Enlil en büyük abileriydi. Nibiru kurallarına göre varis Enlil'di. Ancak Enki kraliçeden doğma tek çocuktu. Anu birkaç kere evlenmişti. Ancak parlama döneminde evlendiği ve halen evli olduğu kadından, en küçük kardeşleri Enki olmuştu. Kendi annelerinden tek farkı kadının biraz daha şanslı ve genç olmasıydı. O yüzden Enki hep farklı bir yere konulmuştu. Saray adabıyla yetiştirildikleri için aralarında hiç seviyesiz tartışmalar geçmemişti ancak Ninnursag ikisinin de içinde kopan fırtınayı hissedebiliyordu. Tüm bu güç hırsı Ninnursag'ın umrunda bile değildi. Prenses olmasa bile olurdu.

Gözle görülmeyen şeyleri hissetmek Ninnursag'ın yeteneğiydi. Keşişler Ninnursag'ın çok kuvvetli ruhani özelliklere sahip olacağını söyleyip onu yetiştirmek istemişlerdi. Ancak Anu kabul etmemişti. Ninnursag yıllarca bu kararı kralın kararı olduğu için sorgulayamayacağını göz önünde bulundurarak, bunun belki de yanlış bir karar olduğunu düşünmüştü. Ancak tersi yönde bir girişimde asla bulunmamıştı. Çünkü olayların kendisinin evrene en yararlı olacak şekilde kendi kendine yönleneceğinden emindi. Hatta belki de bunları dileyerek kendisinin sebep olduğunu düşünüyordu.

Enki Tiamat'ın küllerinin olduğu yere doğru yola çıkarken belki de yeteneklerinin işe yarayacağı günlerin yaklaştığını hissetti.

YaradılışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin