Kral Gılgamış kadim dostuna son kez baktı. Ömrü boyunca onunla beraber yaşamıştı. Uyurken bile beraberdiler hep. Şimdi ona veda etmek gerçekten çok zordu. Soğumuş bedeni önünde durmasına rağmen şimdiden kendisini yalnız hissetmeye başlamıştı.
Halbuki ilk karşılaştıklarında daha yavruydu. Eğitmenleri 'aslanlar saldırır, uzak dur' demişlerdi. Bir gün ormanda talim yaparken karşısına çıkmıştı. İlk kez insan görüyordu. Ayaklarını yere sağlam basmış, vahşi gözlerle kendisine bakıyor ve hırlıyordu. Gılgamış o zamanlar genç ve atikti. Elindeki çakıyı ona fırlattı. Çakı bacağına saplanmıştı. Açık sarı tüyleri bir anda kanla kaplandı. Gözleri o kadar masum ve mağdur bakıyordu ki. İnsan gibi duyguları olduğunu bilseydi ağladığına yemin edebilirdi. Acı acı miyavlıyordu. Gördüğü en masum şeydi. Onu orada bırakamazdı. Onu saraya şifacıların yanına götürdü. Eğitmenleri iyileştikten sonra onu tekrar ormana salınmasını tavsiye ettiler. Ancak Gılgamış izin vermemişti. Aralarında farklı bir bağ oluşmuştu. Artık arkadaş olmuşlardı.
Fakat o güzel yıllar sona ermişti. Beraber düşmanlarını yenmişler, beraber eğlenmişlerdi. En mutlu, en üzüntülü anında hep yanındaydı. Ama artık ölmüştü. Yapayalnız kalmıştı.
Bilgelerden birinin yanına gitti. Ölümle ilk kez karşılaşıyordu. Hep hayvanlar ölüyordu. Yemek için onları insanlar öldürüyordu. 'Neden?' diye sordu Gılgamış.
"Vakti geldiğinde biz de dünyadan göçüp gideceğiz kralım."
"Biz de mi öleceğiz? Ancak ben hiç ölen insan görmedim."
"Burada yeni bir medeniyet kurduk kralım. Sayımız fazla değil. Ancak biz en yaşlılarınız olarak daha önce geldiğimiz yerlerde çok ölen gördük. Malesef kralım biz de ölümlüyüz."
"Ancak ölmemek için bir çözüm olmalı. Ne bileyim bir ilaç olmalı."
"Üzgünüm kralım malesef ölüm yenilmez."
Gılgamış çok kızmıştı. Bu kabul edilemezdi.
"Sana inanmıyorum. Biz ölemeyiz. Bana tanrıların soyundansın dediler. Ben ölemem."
"Kralım uzak diyarlarda tek başına yaşayan bir ihtiyar var. Benim tanıdığım en yaşlı adam o. Bilse bilse o biliyordur ölümü."
Bunu duyan kral Gılgamış uzak diyarlara doğru yola çıktı. Tam iki ülke geçti. Onlarca akarsudan geçti. Ve sonunda ihtiyarın yaşadığı diyara vardı. İhtiyarı bir mağarada üzüm suyu içerken yakalamıştı.
"İhtiyar adam ben Kral Gılgamış."
İhtiyar adam ayağa kalktı. Çok fazla heyecanlanmışa benzemiyordu. Bilge yüz yaşından fazla olduğunu söylemişti. Ama ihtiyar o kadar da yaşlı görünmüyordu. Bedeninin hala dinç olduğu hareketlerinin atikliğinden belliydi. Demek ki bilgeler yanlış biliyordu.
"Ben Utnapiştim kralım. Bu onuru neye borçluyum?"
"Ben bilgelik aramaya geldi. Ölümsüzlüğün sırrının peşindeyim. Sen ihtiyar adam kaç yaşındasın söyle bakalım."
"Yüz yaşını geçtim kralım."
"Ama bu imkansız dünyadaki en yaşlı adam olmalısın."
"Muhtemeldir kralım."
"Peki ölümsüzlük için ne yapıyorsun?"
"Hiç bir şey."
"Yani ölümsüzlük için ne yapmak gerekiyor?"
"Hiç bir şey."
"Ama bilgeler bizim ölümlü olduğumuzu söylediler."
"Aksine kralım biz zaten ölümsüzüz. O yüzden ölümsüzlük için hiç bir şey yapmaya gerek yok. İçimizde tanrıdan bir parça taşıyoruz. Maddi bedenimiz ölecek. Ancak ruhumuz asla ölmeyecek. Ölünce farklı bir boyuta geçiyoruz hepsi o."
"Ama dünyada ölümsüz kalamıyor muyuz?"
"İstersen kalabilirsin."
"Nasıl kalacağım?"
"Bu dünya inanılmaz olaylara şahit oldu. Eğer dünyanın tarihini yazar halkına belletirsen ölümsüzleşirsin."
"Ancak dünya tarihini bilmiyorum. Büyük selden öncesini kimse bilmiyor."
"Ben biliyorum. Selden sağ kalanlardan biriyim."
"Selden sağ kalan birileri mi vardı."
"Evet. Tanrı Enlil, insan ırkına çok kızmıştı. İnsanları dünya yüzünden silmek için dünyaya büyük bir felaket verdi. Tanrıça Ninhursag da ona yardım etti. Buna ancak bir tanrı karşı çıktı. Tanrı Enki bize son bir şans verilmesini istedi. Onun sayesinde büyük bir gemi inşa ettim ve içine tüm hayvanlardan ikişer adet koydum ve ailemle beraber gemiye saklandık. Selin bitmesini bekledik. Günlerce havaya kuşları saldık. Bir gün kuşlardan biri gagasında bir dal getirdi. İşte o zaman sonunda sel sularının çekildiğini anladık. Selin sonucunda binlerce insan öldü. Bu insanoğlunun birbirine aktaracağı en eski hikaye. Eğer bunu sen yazarsan ölümsüz olacaksın."
Gılgamış ülkesine geri döndü. Katiplerine bu hikayeyi yazdırdı. Onu çok iyi bir şekilde korumaya aldırttı. Korunması nesilden nesile devam etti.
Kral Gılgamış bir gece bu dünyadan göçüp gitti. Onun ölümsüzlüğü öğrendiğini düşünen bilgeler buna çok şaşırdılar. İhtiyarın ona verdiği ölümsüzlük otunun çalınmış olduğunu düşündüler. Bunu ancak ve ancak bir yılan yapmış olmalıydı. Çünkü hep ölüp kabuklarından tekrar doğan tek türdü. Bilgeler bile böyle düşünmüşlerdi ancak Gılgamış ölmemişti. Hala da yaşamaya devam ediyor.
Bizim Nuh Tufanı olarak bildiğimiz olayın ilk kaynağı Gılgamış Detanıdır. Gılgamış Destanı bilinen ilk yazılı tablettir. 12 tablet bulunmuştur. Ancak aralarda bulunamamış eksik tabletler olduğu düşünülmektedir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaradılış
Science FictionBaşlangıçta tek amacımız gezegenimizi kurtarmak ve özgürlüğümüzü kazanmaktı. Savaşı kazandıktan sonra Aurum metalinin bize sunduğu olanaklar gözümüzü kör etti. Kendi gezegenimiz tükenirken biz gözümüzü başka yıldız sistemlerine çevirdik.