Yüzümün ıslanmasıyla kendime geldim beyaz tüylü köpek yüzümü yalıyordu sürekli ve beni ayıltmaya çalışıyordu, zorlukla kendime gelirken Buğra bana elini uzattı fakat onun elini tutmadan doğruldum.
"seni burada baygın buldum."
Buğra endişeli bir şekilde benimle konuşmaya çalışırken ben etrafa bakınıp nerede olduğumu algılamaya çalışıyordum evin bahçesindeydik. Hadi ama... bu kadar saçmalık yeter.
Buğra'ya olanlarla ilgili bir şey söylemek adına ağzımı açsamda hiçbir şey söylemedim. Daha ben hiçbir şey anlamamışken... Az önceki gördüklerim neydi? Rüya olduğunu kendime söylemek istiyordum ancak şu anda kendime dahi inancımın kalmadığı bir evredeydim. Gözüm hevesle yüzüme bakan köpeğe kaydı. Bunu fark etmiş olacak ki Buğra hemen söze atladı, "havlamasına geldim, senin başında sürekli havlıyordu."
Güzel...
"Gidelim buradan" Dedim ve başımın dönmesini umursamadan öne doğru atıldım sendelesemde bunu umursamadım. Caddeye çıktığımızda içgüdüsel olarak etrafa bakındım ama herhangi bir şey yoktu, gördüğüm ya da gördüğümü sandığım o olaylara dair tek bir işaret dahi yoktu...
"İyi misin?"
"Harikayım" dedim kinayeli bir biçimde... "Eve gidelim ve tüm bu günü unutalım lütfen her şey tam bir deli saçması"
"Ama..." Dedi fakat herhangi bir şey duymak ya da kendime kanıtlama zırvalığını dinlemek istemiyordum sadece bu günü bitirmek istiyordum o nedenle adımlarımı hızlandırarak onu geride bıraktım.
Geride bırakamadığım bir şey varsa o da sürekli ayağımın dibinde dolanan bu köpekti. Hevesli bir şekilde peşimden geliyordu. "Gitsene!" diyerek bağırdım yolun ortasında, sinirlerim bozulmuştu ve bu durumu daha da kötü hale getirecek herhangi bir şeyi çevremde istemiyordum. Köpeğin tamamen beni anladığına inanıyordum yüzüme donuk bir ifadeyle baktı sonra " Çok tatlı değil mi?" diyerek araya giren Buğraya ters bir şekilde bakmamla neredeyse ağlayacak gibi oldu, hayır abartmıyorum. "Tatlıysa tatlı bana ne!" Dedim Buğra'ya normal şartlarda asla vermeyeceğim kadar absürt tepkiler veriyordum fakat bundan herhangi bir şekilde gocunmuyor ya da bunu önemsemiyordum.
"Ne oluyor sana?"
Doğru ne oluyor bana...
"Savunmasız bir köpeğe, bir canlıya karşı takındığın bu tavır da ne böyle, neye bu kadar sinirlisin bilmiyorum, açıkçası şu an bunu da umursamıyorum, çünkü cidden saçmalamaya başladın Göktuğ!"
saçmalamak... Evet tüm günü ve tüm yaşananları açıklayan doğru bir kelime.
Yine kendimi sıkışmış gibi hissetmeye başladım ve bugün bence bu şekilde hissetmem için yeterli kotamı doldurmuş olmayı diledim ama öyle olmadı. Hiçbir açıklama yapmak istemiyordum. Sahi ne açıklayabilirdim: Bu köpek beni yanına çağırdı ve bir cenazeye katıldık sonra da bir şekilde o ütopik cenazeden kovuldum ve kendimi bahçede salyalar içerisinde buldum... Evet, ne harika bir açıklama?
Kendimi tüm pencereleri kilitlenmiş bir odada gibi hissediyordum. Baktığım pencerelerde görmemi istedikleri manzara var gibiydi, gerçeğiyle alakası olmayan bu kağıttan manzaraya o kadar uzun bakmıştım ki sanki, benim için gerçeğin yerini tutmuştu artık. Bulunduğum odada bir anahtar deliği kadar bile boşluk yoktu ve ben kendi soluduğum hava ile yavaşça öleceğim gibi hissediyorum. Bu his ile ne kadar uzun süre başa çıkabilirim bilmiyorum ama fark ettim ki insanın sınırı zihninin duvarları kadardı. Zihnindeki duvarlar çatırdamaya başladığında, o zamana kadar yaşayıp üstesinden geldiğiniz her kötü anın on misli belki de yüz mislinin altında kalıyordunuz. İnsan, kendini zihnini aşabilir miydi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAM BAŞKA YERDE
Genç Kurgu"Rüyalar asıl gerçekliktir ve görünmezler, seni onlardan ayırmak için vardır" .... "Sen benim ölmemi istiyorsun." "Hayır," gülümseme tüm yüzüne yayıldı, "yaşamanı istiyorum"