1 bölüm

394 102 460
                                    

Acı...

Herkes kendi acısını en kötüsü bilir.

Hep düşünürüz değil mi neden ben diye? Niye bu acıları ben çekiyorum? Neden param yok? Neden ailem bana kötü davrandı? Niye ailem öldü? Neden sevdiğim insan beni sevmedi, aşık olmadı? Neden benim evladım okumadı? Neden kimse bana aşık olmadı? Neden çalışmak zorunda kaldım? Sınavlardan geçemedim?

Bu nedenler sıradan bir soru değil. İsyan etme yoludur hayata.

Hayatımızın her köşesinde mutlaka bir neden ararız. Mutlu da olsak, bir derdimiz olmasa da insan evladı nedenlerin arkasına sığınan bir varlık olmuştur hep...

Peki şimdi düşünün. Küçücük, daha 8 yaşında minik bir kız. Babasının yokluğu dışında bir derdi olmayan bir çocuk. Zaten babasının yokluğunu da hissettirmemiş ya dünyada en değerli varlığı olan annesi.

Bir gün gelir ve şu küçük kız çocuğu sadece arkadaşlarıyla oynamak ister. Bilemez o oyunun ondan neleri alacağını.

Evden ayrıldığının daha on beşinci dakikasında güzeller güzeli annesinin de olduğu evin yandığını görür. Pencereden ona bakan ama pencerenin demir parmaklıklarından dolayı evden çıkamayan annesiyle son kes dahi konuştuğunu bilmeden konuşur. Yalvarır annesine onu da alması için yanına, ya da annesinin yanına gelmesi için. Çırpınır annesi için son çırpınışları olduğunu bilmeden...

Bendim o küçük kız çocuğu. Hayal Ateş...

Nedenini bile sorgulayamayacak kadar yok oldum ben o gün. Öyle ağır bir yükün altında kaldım ki, bedenim ayakta kalsa da ruhum çöktü.

Peki ruhsuz bir insan yaşar mıydı?

Ismim Hayal... Ama ben son hayalimi 8 yaşındayken kurmuştum. Annemle hayallerimi de gömdüm o toprağa ben. Annemin narin bedeniyle birlikte yandı benim hayallerim.

Hayal kurmadan yaşaya bilir miydi bir insan?

Bileğimin üstünde olan yanık izine çevirdim gözlerimi. Dudaklarımda her zaman olduğu gibi ruhsuz bir gülümseme belirdi. Annemin o evden ölü bedeni çıkarıldığında duymuştum komşuların konuştuklarını.

"Vah vah, kadıncağızın kolları, ayakları hep yanmış. Yüzü tanınmayacak halde demiş polisler. Kim bilir canı ne kadar yanmıştır."

Benim uyuduğumu sanan kadının söylediklerinden sonra ilk iş kendimi mutfağa atmıştım. Olaylar daha çok yeni olduğundan komşular kendi evlerine götürmüştü beni. Mutfağın neresinden kibrit bulacağımı bilemezken, ocağın üstündeki tencere dikkatimi çekmişti. Yaklaşarak ilk önce sıcak olup olmadığını kontrol etmek için minik elimi yaklaştırmıştım. Elim tencereye daha değmeden tencerenin sıcaklığı elime gelmişti. Annemin sözleri gelmişti o an aklıma.

"Kızım sakın kibritle, ateşle oynama. Yanarsın, canın çok acır bebeğim. Ocakta yemek varken de yaklaşma tamam mı Hayal'im?"

Hemen kafamı sallamıştım o zaman. "Peki senin canın yandı mı annem allevlerin içerisinde?"

Sorumun cevabını almak için çocuk aklımla sağ elimin bileğini tencereye yapıştırmıştım birden. O kadar canım yanmıştı ki, attığım çığlığa her kes bir saniyeye başıma toplaşmıştı.

Çok ağladım o zaman. Ama en çok canımın acısına değil de, anneme ağlamıştım. Benim ufak bir yanıkla bile bu kadar canım acıdıysa, annem ne yapmıştı, nasıl dayanmıştı o acıya?

Hah! Dayanamamıştı ki.

"Çok canın yandı annem, ağladın mı sen de benim kadar çok?. Ama duydum anne, senin daha çok yerin yanmış. Sen daha çok mu ağladın annem?"

KolyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin