bir sene sonra;
Minho üniversitenin önünde bulunan parkta Pai'yi bekliyordu. Hem de neredeyse on beş dakikadır. Sırtını arkasındaki ağaca yasladı ve etrafı izlemeye başladı. Üzerinde vizeleri yüzünden büyük bir stres vardı ama Pai'yle, yani sevgilisiyle, buluşmak ona iyi gelir diye düşünüyordu.
Bu sırada Pai sınavından çıktı ve uzun koridorlarda yürümeye başladı. Sınavı hakkında endişeleri vardı. Soruların cevaplarından emin değildi. Yanaklarıni şişirdi ve derin bir nefesi dışarı bıraktı. Sonra aklına Minho ile buluşacağı geldi ve hemen modu yükseldi. Onu tam olarak üç haftadır görmüyordu ve çok özlemişti. Bu yüzden neredeyse koşar adımlarla üniversiteden çıktı ve karşıdaki ağaca sırtını dayamış, gözlerini kapatmış Minho'yu gördü. Yüzüne büyük bir gülümseme yayılırken hızlı hızlı onun yanına gitti. Büyük bir ihtimal gözleri yorulduğu için onları dinlendirmek istemişti. Pai onun bu haline güldü. Karşısında durdu ve "Gözlerini aç hadi," dedi. Birkaç saniye sonra Minho'nun gözleri açıldı ve kendi gözlerine kilitlendi. Sonra da yüzüne sıcak bir gülümseme yayıldı. Bir şey demeden öne atıldı ve Pai'yi kolları arasına aldı.
"Seni çok özledim sincap."
"Ben de."
Pai'nin yüzü onun omzuna gömülü olduğu için sesi boğuk çıkmıştı. Minho dediğini anlamayınca ona sarılmayı bıraktı ve birkaç adım geriye gitti. "Ben de özledim seni." Minho verdiği cevaptan memnun olmamış gibi tek kaşını kaldırmıştı. Pai kıkırdadı ve "Çoook..." dedi. Sevgilisi istediğini aldığı için gülümsedi ve ona elini uzattı. Pai, onun kemikli parmaklarını kendi parmaklarına kenetledi ve üniversitenin bahçesinde yürümeye başladılar.
"Ne yapmak istersin?"
Pai düşünüyormuş gibi yaptı. Aslında cevabı çoktan belliydi, çünkü bu buluşmayı defalarca kafasında kurgulamıştı. Ama onu meraka düşürmek için hemen söylemedi. En sonunda Minho kendisine gözünü bile kırpmadan, merakla bakınca tatmin oldu.
"Sadece bir kafeye gidip sohbet edelim."
Minho başıyla onay verdi. "Gelirken gördüm, buraya yakın olan yeni bir kafe açılmış. Oraya gidelim mi?"
"Yoksa fleur de lys café mi?"
"Evet! İsmi çok ilgi çekici değil mi? Sen hiç gittin mi oraya?" Minho kaşlarını çatarak kendisine bakınca Pai gülümseyerek başını iki yana salladı. "İyi, rahatladım. Önce benimle gitmeni istiyorum." Sonra bir şeyler düşündü ve utanarak başını başka yere çevirdi. "Hatta benden başkasıyla da gitme."
Pai gülümsedi. "Tamam, merak etme," dedi ve arkadaşlarının kafe hakkında söylediklerini sevgilisine aktardı. "Bu kafenin orijinali Avustralya'daymış. Dan adında biri işletiyormuş. Bu adamın manevi bir oğlu varmış ve o çocuk Avusturalya'da doğup büyüyen bir Koreliymiş. Üniversiteyi bitirdikten sonra kız arkadaşı Rena ile Güney Kore'ye gelmiş ve buraya aynı isimle bir kafe açmış."
Minho onu sessizce dinledi ve "Kahvesi iyi miymiş bari?" diye sordu.
"Evet evet, çok lezzetli olduğunu söylüyorlar."
Bir süre havadan sudan konuşarak yürüdüler. Üniversiteden çıktıklarında uzakta fleur de lys café tabelasını gördüler. Oraya doğru yürümeye başladılar. Pai kafenin sadece dışını gördükten sonra bile çok beğendiğini söylemeye başlamıştı. İçeri girdiklerinde burunlarına gelen taze kahve kokusu ile mest olmuşlardı. Kasada sarı saçlı, beyaz tenli, güleç yüzlü bir genç duruyordu. Herkesle kibarca ilgilendiğine ve çalışanlara talimat verdiğine göre buranın meşhur sahibi oydu. Pai kendisine buranın sahibinin o mu olduğunu sormaya çekinmişti ama isminin Bang Chan olduğunu öğrenmişti. Bu sırada Minho ikisine de ateş saçan bakışlar göndermişti ama Pai onu umursamamıştı. Siparişlerini verdikten sonra cam kenarına oturmuşlar ve uzun zamandır görüşememenin acısını çıkarmışlardı.
Pai çikolatalı pastasına çatalını batırdı ve "Aslında sana söylemem gereken bir şey var," dedi.
Belki de hayatında içtiği en güzel kahveyi yudumlayan Minho hemen "Tabii, dinliyorum sincap," diyerek karşılık verdi.
"Sana teşekkür etmek istiyordum." Minho'nun yüzüne bir şaşkınlık ifadesi yayıldı ama sesini çıkarmadı. Pai onun gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam etti. "Sana bunlardan pek bahsetmedim ama annem ile babamın ayrılması beni çok yaralamıştı. Tabii küçük erkek kardeşimin babamla yaşamaya başlaması ve onu iki hafta arayla görmem de... Bu zamanlar sığındığım limanım ise sendin." Pai duraksadı ve gülümsedi. "Yani minmin'di."
Minho anladığını belli edercesine başını salladı. Pai kahvesinden bir yudum aldı ve konuşmaya devam etti. "Sen daha yüz yüze tanışmadan ve birbirimizi tanımadan bile benim için bir dayanak, bir umut kaynağıydın." Minho'nun gözlerinin dolduğunu fark edince hafifçe tebessüm etti ve "Teşekkür ederim," dedi.
Minho, onun masanın üzerinde duran elini tuttu ve yanağından süzülen yaşları umursamadan konuşmaya başladı. "Sen de benim umut kaynağımsın. Babamın ölümünden sonra sen olmasan toparlanamazdım. Hala çok zor. Her gün annemin odasından gelen ağlama seslerini duyuyorum. Ben de alışamadım. Hala her şey çok taze." Başını kaldırdı ve ağlamamak için kendini zor tutan sevgilisine baktı. "Ama sen yanımda olduğu için kendimi eve kitleyip depresyona girmedim. Üniversiteye arkadaşlarımla aynı zamanda başladım ve hikayelerimi yazmaya devam ettim. Bu yüzden teşekkür ederim."
Pai dolan gözlerine tezat içten bir şekilde gülümsedi ve başını salladı.
"Seni seviyorum."
"Ben de."
Bir süre sonra kendilerine gelip kahvelerini yudumladılar. Pai, kafeden geri çıkarken Bang Chan'ın ellili yaşlarında bir adama sarılıp İngilizce konuştuğunu duyunca onun buranın sahibi olduğuna emin olmuştu. Belki de etrafı inceleyen ve Chan'a gururla bakan bu adam da Avustralya'daki sahibiydi. Kim bilebilirdi ki?
Evine doğru giden yollarda, batmaya başlayan güneşe doğru Minho ile el ele tutuşarak yürüyen Pai huzurlu hissediyordu. Hayatlarında birçok sıkıntı ve hüzünlü olaylarla karşılaşsalar bile birbirlerine sahip oldukça ayağa kalkmak daha kolay geliyordu. Pai, Minho'ya bakıp gülümsedi ve içinden onu hiç ama hiç bırakmayacağına söz verdi. Minho'da kendisine gülümsedi. Ve farkında olmadan kendilerine aynı sözü verdiler: Onu hiç bırakmayacağım.
~ eddie
[SON]
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the fanfiction; minho
Fanfictionpai, bir gün favori yazarı ile metroda karşılaşır. 120819 ✿