Önce ışık vardı. Genişliyordu ama her yeri kaplamaya gücü yetmedi. O zayıfladığında karanlık geldi.
" Uyan artık."
Karanlığın içinden akıp geçmesine izin verdi, ama hala oradaydı. Aydınlık.
" Yüzünde maskeyle mi uyudun sen? Vay canına bu sefer ki yeşil."
Işık süzmeleri, anlık gelen karanlık, renkli helezonlar.
" Beğendim aslında. Korkma, yüzüne yapışmış sadece. Bundan sonraki hayatını ninja kaplumbağalardan biri gibi geçirmek istemiyorsan yıka derim."
Tüm hücrelerime yayılan keskin bir baş ağrısı ve o ses. Kulağa canayakın gelen gür bir erkek sesi. Zihnimden mi geliyor yoksa çok uzaktan mı? Tüm evreni kaplıyor mu, yoksa yalnızca bir fısıltı mı? '' Okula geç kalacaksın, ciddiyim.'' Ses yavaşça çatallaşmaya başlıyordu. Kimin sesi olduğunu sezemiyordum ama çok yakından geliyordu. '' Uyansana.'' Diyordu ses, gittikçe daha da yaklaşıyordu. '' Uyansana, uyansana... uyansana... LEYLA!''
Çığlık atarak uyandım. Hala geceydi. Dar bir arabanın arka koltuğunda üzerimdeki tüm tozlarla bir anda oturur vaziyete fırladım. Sadece bir anlığına odamda uyanacağımı zannetmiştim. Ellerimi istemsizce yüzüme götürdüm. Kurumuş çamur zaten yeterince kirli olan parmaklarıma bulaştı. Elbette toprak, güzellik maskesi değil. Az önceki ses kulaklarımda çınlıyordu ama duyduklarıma bir anlam veremiyordum. Bir rüyaydı dedi içimdeki bir fısıltı, tıpkı öncekiler gibi, biraz rüya biraz gerçek...
Nerede olduğumu ya da nereye gittiğimi bilmiyordum. Acaba bunları bildiğim bir zaman var mıydı? Beceriksizce yüzümdekileri temizlerken araba bir tümseğe takılarak zıpladı, ayağımda koltuk altındaki sert bir kutuya çarpınca zonklamaya başladı.
Araç hızla yol almaya devam ediyordu. Artık ormanda değildik, şehir merkezine dönmüştük. Belki de saatlerdir uyuyordum. Kapıyı açıp sokağa atlayabilirdim, birilerinden yardım isteyebilirdim belki. Sokak çok kalabalık olmasa da ıssız da sayılmazdı. Fakat garip bir şekilde sakindim. Şoför koltuğundaki adam da muhakkak uyandığımı fark etmişti -daha sesli uyanamazdım- ama o da ne yapıp yapmayacağımı umursamıyor gibiydi, arkasına dönüp bakmamıştı. Arabada ikimizden başka kimse yoktu. Az önce ayağıma çarpan paketi elime aldım. Küçük, beyaz renkli, üzeri iplerle çevrilmiş pürüzlü bir şeydi. Kontrolsüzce ipleri çözmeye başladım. Midem bulanıyordu.
'' Yerinde olsam açmazdım.'' dedi şoför koltuğundan gelen ses. Elimdeki paketi koltuğa bırakarak şoföre döndüm. Yüzünü dönmemişti ama üzerindeki garson kıyafetlerini, kana bulanmış omzunu ve birbirine karışmış saçlarını görebiliyordum. Garson kıyafeti? Lokantadan çıkan biri miydi? Masadayken bana servis yapan garsondu bu, sanırım, öyle miydi? Şimdi ses tonu farklı geliyordu önceki sefere göre daha yumuşak ama yorgun. Ayağımı ara bölüme basarak, koltuklar arasından sıkışarak geçip ön koltuğa yerleştim. Şimdi yüzünü daha net görebiliyordum. O'ydu. Belki saçları kıvırcık yerine düzdü ve kanlı, ilk karşılaştığımızdaki çerçeveli gözlükleri yoktu ya da içindeki tüm evrenin sırlarını biliyormuş bakışları ama onu tanıyordum. Devam etti:
'' Bay Güneş takıntılı bir adamdır.'' Bunca zamandır O'ymuş, diye düşündüm. Nasıl oldu da fark edemedim. Ona hiç bakmadım ki. Fakat sözleri, şimdi aklıma geldiğinde kızarıyordum aptallığıma. Ondan başka kim olabilirdi? Bay Güneş bu önemli görevde Venüs'ten sorumlu bakanını göndererek beni yalnız bırakmamıştı anlaşılan.
'' Senin gibi yani?'' dedim, Bay Satürn'e, kafamı sallayarak. Takıntılıydı, evet öyleydi.
'' Ben ne yaptım ki?'' dedi suratını büzerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAYAN VENÜS
ActionGünün birinde, eve döndüğünüzde anne ve babanız size bir silah doğrultsaydı ne yapardınız? Ya rüyalarınız aslında yaşadıklarınızsa? Şehrazat'ın hayatı bir anda geri dönüşü olmayacak şekilde değişecekti. Çok sürükleyici, elimden bırakamadım. - Ablam...