Sesler kısa bir an kesilse de arkası geliyordu ve benim buradaki insanların ne savaşı verdiği, kimlerin benim tarafımda kimlerinse karşımda olduğu konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu.
Kendimi buradan kurtarmalıyım, diye düşünerek usulca başımı ovmaya başladım. Ön kapı çok uzaktı, pencerelere tırmanmaksa beni bir hedef tahtasına dönüştürmek dışında yardımcı olmazdı. Bana en yakın kapı çıkışa en uzak olan kimsenin girip çıkmadığını gördüğüm mutfak kapısıydı.
Yanımdaki adamın kendinden geçtiğini gördüm. Solgun yüzü iyice beyazlamıştı. Çevresinde olanları artık fark etmiyor gibiydi. Kafamı duvara yaslayıp hiçbir şey düşünemeden öylece bekledim. Ahşap duvarlar sert ve pürüzlü, rahatsız ediciydi.
Mermiler çarptıkları tabak ve bardakları düşürüyor, camları kırıyorlardı. Gözlerimi kapatsaydım birilerinin mutfakta ateşli bir kavgaya tutuştuklarını söyleyebilirdim. Yanımda bilincini kaybeden adamın silahı hala elimdeydi, kullanabilirdim ama kimin üzerinde? Yalnızca sesler vardı, kimin nerede olduğunu bilmiyordum, herkes mevzilenmiş gibiydi. Garip bir savaştı bu ve ben vardım masanın altındaki yorgun savaşçı. Her savaşın en az kendisi kadar anlamlı bir ismi olmalı. Evet, 1. Sushi Savaşı denmeli buna, gösterdiğim kahramanlıklar için ülkece gözyaşı dökülmeli. Ya da en azından acınası durumuma ağlanmalı.
Derin bir ah çekerek gözlerimi kapatıp kendimi karanlığa verdiğimde salondaki kargaşa da ara verdi. Adamı olduğu yerde bırakarak ellerim ve dizlerim üzerine çöktüm, emekleyerek bir başka masanın altına geçtim. Hiçbir şey bilmiyordum. Herkes yorulmuştu, belki gergindi ya da mermileri tükenmişti. Yüzümde biriken terlerin yere düşmesine izin verdim. Görebildiğim, düşünebildiğim tek şey ter, nefesim ve mutfak kapısıydı. Hava buraya geldiğimde oldukça serin olmasına rağmen üzerimdeki kıyafetler sırılsıklamdı şimdi. Adeta mutfağa gizlice sokulan hırsız bir kedi gibi kapıyı aralayıp içeri kıvrıldım.
Hissettiğim ilk şey sıcaklık oldu. Yorucu, bunaltıcı, yemek kokusuyla harmanlanmış sıcaklık . Avucumu yüzüme atıp elimle alnımda ve yanaklarımda biriken terleri topladım. Islanan ellerimi bir o kadar ıslak kıyafetimde dolaştırdım. Ayağa kalkmaya cesaret edemiyordum. Mutfak geniş turuncu tezgahlarla kaplı, yüksek tavanlı fakat boğucu bir yerdi. Neden hiç ses yok? dedim kendi kendime. Aşçılar ne yapıyorlar? Sulanan gözlerimi kırpıştırdım, elbette benim yaptığımı, diyerek de cevapladım yine kendimi, saklanıyorlar.
İlerlemeye devam ettim. Hem terliyor, hem üşüyordum. Birkaç adım ötemde iki tezgahın arasına sokulmuş yağların damladığı aralıkta elleriyle başını kapatmış, gözyaşları içinde donup kalmış bir aşçı kadınla karşılaştım. Hemen yanında kollarıyla kendini sarmış genç bir kızla sessizce oturuyordu. Titreyen sesimi olabildiğince dizginleyerek sormaya çalıştım:
'' Kapı...'' dedim, '' Çıkış...''
Kafasını hiç kaldırmadı ama parmağıyla koridorun sonunu işaret etti. Buradan çıkabilme ihtimali miydi beni bu kadar heyecanlandıran bilmiyorum ama tüm düşüncelerimi unutarak kalkıp kapıya koştum. Ellerimle kapının kolunu zorladım, omzumla sertçe ittirdim ama nafile. Kapı kilitliydi, ağlayarak kapıya vurmaya başladım.
Lütfen... lütfen, açıl.
İçerideki çatışmanın tekrar başladığını duymak istiyordum, sadece sessizliğin tedirginliğinden kurtulmak için. İçeridekilerin beni unutup unutmadığını merak ederek kafamı çevirip etrafa bakınmaya başladım. Mutfakta bulunan herkesin tezgahların altında olduğunu fark ettim.
Yapabilirim. Bu ilk kapana kısılmışlığım değil. Bir kapıyı açmanın pek çok yolu vardır. İlk kaçışımı düşündüm. Dalları odamın penceresine uzanan geniş ceviz ağacına tutunarak inmiştim. Evet, burası da ağaçlarla kaplıydı ama bir skandal vadetmeyen, içinden rahatça geçebileceğim, yani sıkışma ihtimalim olmayan bir pencere yoktu. Tekrar kapıya diktim gözlerimi, odamın annemin silahından çıkan mermilerin ateşi sonucu delik deşik olmuş görüntüsü geldi gözlerimin önüne. Belimdeki silahı çıkarıp çok yakın mesafeden birkaç el ateş ettim. Aşçılardan birkaçı çığlık attı, bense parçalanan kapıdan dışarı attım kendimi.
Arka kapı ormana açılıyordu. Geniş ormanda gücüm yettiğince koşmaya başladım. Açık alanın ferah kokusu içimi kapladıkça rahatladığımı, özgürleştiğimi hissediyordum. Kollarımı çizen dalları umursamadım hissetmedim bile ama az önce duraklayan yağmur toprağı yumuşatmıştı, bu iz bırakıyorum anlamına geliyordu fakat başka şansım yoktu.
Nefes nefese bir ışık görene kadar karanlık ve uğultulu ormanda ilerledim. Sonunda daha fazla koşamayacağımı düşünerek sırtımı geniş bir ağaç kovuğuna yaslayarak eğildim. Kalbim sanki tüm ormandan duyulabilirmiş gibi atıyordu, bacaklarım daha fazla hareket etmen imkansız der gibi ağrıyordu ve ellerim bir telefon bile tutamayacak kadar zonkluyordu.
Buradan kaçabilsem bile Bay Güneş'in yanına gidemem, paketi alan adamı bulmalıyım ama bu imkansız. Derin bir nefes verdim. Şef bana yardım edemez, etmez de. Buradan hemen en yakın karakola gitmeliyim. Evet, yapmam gereken bu işte.
Tüm bedenimdeki son gücü toplayarak ayağa kalktım. Yoldan geçen bir arabanın far ışığıyla gözlerim kamaştı, saklanmak arzusuyla daha hızlı koşmaya başlamıştım ki taşa takılan ayağımla yerdeki otların arasına yüzüstü kapaklandım. Tüm vücuduma keskin bir acı yayıldı. Kıyafetlerim toza bulanmıştı fakat en beteri yüzümdü, tamamen çamura bulanmıştı. Artık hayatım söz konusu olsa bile buradan kalkamam diye düşündüm ki hayatım söz konusuydu ve kalkamıyordum.
Gözlerimi kapatmış derin bir uykuya dalacakken iki güçlü kolun beni düştüğüm yerden kaldırdığını fark ettim. Bir şeyler söylüyordu muhakkak ama ne söylediğini anlamıyordum. Sözleri kulağıma eski bir radyo gıcırtısı gibi geliyordu. Parmaklarını yüzüme değdirir gibi oldu. Devamında beni sırtına alıp ormanda ağır adımlarla yürümeye başladı. Rahatsızlık ve güven, iki zıt duygu içimde aynı anda uyandı. Kafamı yasladığım yer, omzu ve boynu yapış yapıştı. Kan diye düşündüm, çılgınca. Bu sonuca gözlerimi kullanmadan varmıştım, belki de yanılıyordum. Yüzüme vuran dondurucu rüzgarla birkaç adım daha ilerledik, sonra rahatlık vardı. Hava ısındı, yumuşak bir koltuğa yatırıldım ve derin bir uykuya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAYAN VENÜS
ActionGünün birinde, eve döndüğünüzde anne ve babanız size bir silah doğrultsaydı ne yapardınız? Ya rüyalarınız aslında yaşadıklarınızsa? Şehrazat'ın hayatı bir anda geri dönüşü olmayacak şekilde değişecekti. Çok sürükleyici, elimden bırakamadım. - Ablam...