" İyi geceler." dedim önümde duran kısa boylu, yaşlı resepsiyoniste. Beni duymuş gibi bir hali yoktu, sağ elinin avucunu beyaz sakallı yanağına geçirmiş uyukluyordu. Saat henüz gece yarısına gelmemişti fakat benim için tüm saatler gece yarısını gösteriyordu artık, belki de hayatımın sonuna yaklaşmıştım.
Sanki birazdan üzerimize yıkılacakmış gibi duran, yanındaki binalarla bitişik kalabalık belki kalabalıktan ziyade her bakımdan sıkışık bir otelin girişindeydim. Turkuaz renk duvar taşlarıyla örülmüş yapısı sahil sokağına canlı bir renk verse de pek revaçta bir otel sayılmazdı. Buna rağmen içinde bulunduğumuz güz aylarında gün içinde her köşeden bir kafanın çıkmasının sebebi basitti, ucuzluk. Benim burada olma sebebim ise ne tuğlalarının canlı renkleri, ne de müşteri dostu fiyatlarıydı. Şef tarafından yerleştirilmiştim.
Bir sağa bir sola ve bazen de arkama bakarak, garip tavırlarla ve içeriye girdiğim halde hala indirmediğim beyaz tüylü kapüşonumla görevliye iyice yaklaştım. Şu halimle bir eskimoyu andırdığıma emindim.
" Benim için bir şey var mı?" dedim sanki kanun dışı bir şey istiyormuş gibi. " Arayıp soran ya da bunun gibi bir şey, belki bıraktıkları bir paket?" Parmaklarımı çıtlattım.
Gözlerimde ve vücudumun her zerresinde uyku vardı, tüm bedenimi ele geçirmeye çalışsa da direniyordum. Tıpkı önümde oturan yaşlı adam gibi kendimi bilmediğim alemlere bırakıp olduğum yerden uzaklaşabilmek istesem de uyanık kalmaya uğraşıyordum. Çünkü iyi biliyordum tüm gece yaşadığım veya yaşayacağım kabusların peşimi bırakmayacağını.
Yaşlı adam, yıkık dökük otelimize geri dönemeyecek kadar rüya alemlerinde uzaklaşmış görünüyordu, ondan bir cevap alamayınca resepsiyonun hemen yanında duran içecek otomatına yöneldim.
Kırık beyaz duvara yaslıydı, çalışmayacak gibi bir havası vardı ama yine de kafamı eğip içecekleri okumaya koyuldum. Bir bakalım, çay, sıcak çikolata, sütlü kahve... Evet, tam da ihtiyacım olan şeydi bu. Ağzımın sulandığını hissettim ve kontrolsüzlüğüme içerledim. Kahvenin sıcaklığını ve lezzet dolu aromasını dudaklarımda hissedebiliyordum. Hızla ceplerimi yokladım ve hayal kırıklığıyla son bozukluklarımın da çöpe attığım pantolonumun içinde kaldığını farkettim. Neden her şey ters gitmek zorundaydı? Yalnızca kahve...
Kendime verebileceğim zararı umursamayarak sinir bozukluğuyla kafamı otomata başladım. Görenler çıldırdığımı düşünebilirlerdi, belki de çıldırmıştım, başım yeterince ağrıyordu. Niyetim otomatı bozup içecek bir şeyler düşürmek değildi ama düşerse de bir lütuf olarak kabul edip alabilirdim.
Fakat tam o sırada " Uyumuyorum." diyerek tısladı görevli, beni aniden ürküterek. Sanki en başından beri beni izliyor gibi konuşmuştu ama sesime uyandığına emindim. Kızarmış gözleri önce otomata ardından bana yöneldi. Sert bir ifade bekliyordum ama gayet nazikçe sordu.
" Bir problemin mi var, kızım?" Bir problemim yok, ben problemin ta kendisiyim. Samimi bakışlarından cesaret alıp ciddiye almayacağını da bildiğimden içimi döktüm.
" Peşimde birileri var..." dedim " Ve cebimde tek bir bozukluk bile yok." Küçük bir kız gibi alt dudağımı sarkıttım, ellerimi iki yana açtım. Kaşlarını kaldırdı yaşlı adam, yüzünde uykusundan zorla uyandırılmış gibi sıkkın bir ifade vardı, rahatı kaçmış, ihtiyar ve huzursuz.
" Herkesin hayatının bir döneminde peşinde birileri olur ve cebinde tek bir bozukluk olmaz. Başka bir şey?" dedi sakallarını ovarak. Ciddiye almayacağını tahmin etmiştim ama bu denli değil. Ölülerle alay edilmez en nihayetinde.
" İsmim Şehrazat Kılıç. Beni arayıp soran oldu mu?" dedim ellerimi sıkıntıyla önümdeki masaya koyarak.
" Hayır." dedi. Yalnızca hayır ve dudaklarını büzüp hafifçe kafasını salladı. Birkaç saniye yüzüme baktı ya da kafamdaki beyaz tüylere. Sanırım ikisine de. Bende aniden arkamı döndüm. Yerdeki ahşap parkeleri çatırdatarak resepsiyonun solunda kalan ilk basamağı çıktım, üst kattaki odama çıkmak için. Merdiven kolunu tutarken, otelin ne kadar eski olduğunu tekrar hatırladım. Belki birkaç basamak daha ilerlemiştim ki içimi bir huzursuzluk kapladı.
Yukarıda beni bekleyen bir oda vardı ama burada iç rahatlığıyla uyuyamayacağımı biliyordum. Yaşlı adamın sesini duyduğumda merdiven basamaklarının yarısını çıkmıştım.
" Bekle bir dakika." dedi pürüzlü sesiyle. "Uzun boylu, bıyıklı esmer bir adam seni sordu." Uzun boylu, bıyıklı? Bu tanıma uyan çok fazla insan vardı ama eğer tanıdığım biriyse kim olduğunu biliyordum sanırım. Sonuçta iki yıllık bir hafızam var, sosyal bir insan olduğumu asla iddia etmedim. Evet, bu kesinlikle babam.
" Neden başta söylemedin?" dedim. Sanki alınmış gibi bir sesle ve yine sanki yaşlı adam umursayacakmış gibi.
" Bana söylememem için para verdi de ondan." Şef beni kontrol ediyor fakat gizlice. Bir ağacın arkasında saklanıyor gibi ama pos bıyıklarının gölgesini görebiliyorum. Şifreleri aldığımda ondan saklayacağımı mı düşünüyor? Bu yüzden mi beni gizlice gözlüyor? Neden bilmiyorum. Halbuki dünyadaki en güvenilir insan sayılabilirim. Beni tanıyan herkes söyler bunu.
" Şimdi neden söylüyorsun o zaman?" dedim.
" Kafanı otomata vururken acınası duruyordun." dedi, uyuklamaya devam ediyordu.
" Sağol. Eğer yine gelip soran olursa sana verdiklerinin iki katını veremem ama acınası durumdayım. Yani..?"
" Söz veremem. En iyisi buradan gitmen olur. Biz burada bela istemiyoruz." Bu otelin herhangi bir belayı kaldırabileceğini hiç sanmıyordum zaten. Deprem, parasını ödemeyen müşteriler, faili meçhul silahlı saldırılar. Demek babamı belalı buldunuz, bunun için oturup sizinle kavga edemem sanırım. Hayır, ondan babam olarak bahsetmemeliyim, kendi düşüncelerimde olsa bile.
Yine de akıllanmıştım artık, en azından kendimi daha akıllı hissediyordum. Daha önce görmediğim bir yabancının sözlerine güvenmemeyi öğrenmiştim. Birlikte yaşadığım yabancılardan sonra... Belki de önümde esneyen bu yaşlı resepsiyoniste tam da bunu söylemeleri için para vermişlerdi, bilemezdim. Umursamıyordum da. Yalnızca bu haftayı canlı atlatıp atlatamayacağımı merak ediyordum.
Eğer atlatamasaydım, bir şey değişir miydi? Ben kimim? Leyla Sabah mı? Belki bir zamanlar öyleydim ama artık değilim. Peki Leyla'nın bir ailesi var mıydı? Arkasından gözyaşı döken, onu bekleyen birileri? İki yıldır nerede olduğunu merak eden birileri. Sanmıyorum ama yakında öğreneceğim.
Üçüncü kattaki mütevazı odama çıkarak kapıyı sıkıca kapattım. Paranoyaklara özgü bir tavırla ve başıma gelen tüm olaylardan dolayı pek de delice olmadığını düşündüğüm bir şekilde otel odasının içindeki eşyaları kapının önüne sürüklemeye başladım. Önce yanımda duran tekli koltuğu yasladım ve hemen yanına çekmeceyi sürdüm. Kapının bitişiğine yeteri kadar eşya taşıdığıma ikna olarak sonunda gözlerimi pencereye çevirdim Camdan bir davetsiz misafirin girmesi durumunda ne yapacağımı uzunca düşündüm. Sonunda pencerenin koluna bağladığım bir ip parçasını masanın üzerindeki bir bardağa sardım. Böylece cam açıldığında bardak düşecek ve ben uyanacaktım, en azından öyle olabileceğini umuyordum. En sonunda tüm yaptıklarımı beğendiğime karar verdim. Sonuçta önceki hayatımda bir kaçık değil, çifte ajandım...
Yatağımın üzerindeki çantaya uzandığımda arkamda kalan lavabonun kapısının açıldığını duydum ve arkamı döndüğümde ufak bir çığlık kopardım. Planlarım alt üst olmuştu, nihayetinde benden önce giren biri vardı odaya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAYAN VENÜS
ActionGünün birinde, eve döndüğünüzde anne ve babanız size bir silah doğrultsaydı ne yapardınız? Ya rüyalarınız aslında yaşadıklarınızsa? Şehrazat'ın hayatı bir anda geri dönüşü olmayacak şekilde değişecekti. Çok sürükleyici, elimden bırakamadım. - Ablam...