Galaksi'm

94 16 43
                                    

Olaydan sonra kahvaltı yapmış ve daha sonra da ikimiz de odalarımıza çekilmiştik. Biraz kitap okudum ve aldığım ders notlarını tekrar ettim. Tüm günüm odamda geçti. Ve koridorda duyulmamış adım sesleri bana Seok Jin'in de benimle aynı kaderi paylaştığını anlattı.

Seok Jin'den:
Daha sonra beraber kahvaltı ettik ve odalarımıza girdik. Günüm tamamen boş geçti. Kendimle kaldığım zamanlarda tek yaptığım düşünmek olduğundan kendimle başbaşa kalmayı sevmiyordum. Ama yine de odamdan çıkmamayı tercih ettim. Vakit akşam olmuştu. İkimiz de kahvaltıyı (öğlen yapmış olsak da malum günün ilk öğünüydü) geçiştirdiğimizden güzel bir akşam yemeği hazırlamak istediğim için aşağı indim.

Mazlemeleri hazırladıktan sonra önlüğümü bağlayıp yemeklere başladım. Her şeyi güzelce hazırlayıp masayı kurduktan sonra Namjoon'a seslenmek için ağzımı açtım. Ortamdaki sessizlik tüm acılarımı bir kırbaç misali yüzüme vurarken o an bir yere dayanmazsam düşecekmişim gibi hissettim. Sanki bacaklarım kırıklarımı taşıyamayacak ve düşecektim. Güldüm. Hoşnut olsaydım içten ve samimi bir gülümseme sunardım. Ama ben halime acıdığım için güldüm. Ablamın istediği gibi...

Ara Sahne

"Abya şekey."

"Ama Seok Jinie sana şeker alamadım ki ben."

"Abya şekey şekey!"

Küçük kardeşi mutsuz mutsuz zıplarken So Young gülmeye başladı.

"Tamam tamam. Daha fazla saklayamayacağım. Al bakalım."

Arkasında tuttuğu şekeri küçük kardeşinin minicik ellerine bırakmasıyla kardeşinin yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi.

"A-aa gülümsemek de neymiş kocaman gül bakayım."

Kardeşi bir anda durdu ve minik dudağını büzdü.

"Güyümsememi sevmiyo musun?"

"Hayır seviyorum. Ama gülmen daha güzel."

Minik kardeşi olayın farkına varmadığını belirten bir ifadeyle ablasına öylece baktı.

"Demek gülmeyeceksin seni inatçı gel bakayım buraya."

Ablası kardeşini yatağa yatırıp gıdıklamaya başlayınca ikisi de gülüştüler. Seok Jin'in babası duyup da kızmasın diye sesini alçatmaya çalışmasına rağmen sesleri odanın dışına tatşmıştı. Birden oturma odasından bir ses duydular.

"KESİN SESİNİZİ!"

Bir süre ikisi de sessizce durup birbirlerine baktılar. Sonra ikisi de gürültülü bir kahkaha patlattı.

Son

Kahkahalarla gülen küçük çocuğun yerini göz yaşlarına boğulmuş genç devraldı...

Gülmeye de iznim yotku ki artık. Ağlanacak bu içler acısı halime katıla katıla gülmek isterken buna dahi iznim yoktu. Ne kadar inkar etmek istesem de sesim dahi terk etmişti beni...

Sandalyeye çökmüş ağlarken içeriden gelen adım seslerini işittim. Namjoon beni böyle görmemeliydi. Hemen göz yaşlarımı sildim ve daha toplamadığım doğrama tahtasının üstünde tezgahtaki kaseden bir soğan alarak ortadan ikiye kestim.

Eğer göstermek istemeyeceğiniz kırıklarınız varsa iyi bir oyuncu olamazdınız, göz yaşlarıyla dolup taşarken dünyaya sahte bir gülümseme sergileyemezdiniz. En azından, ben yapamazdım. Bir anda mutfağa girmesiyle irkilmiş gibi davrandım.

"Oh seni korkuttum mu?"

Biraz dercesine gülümsedim ve işime devam ettim. Keşke dolan gözlerimin sebebi şu lanet soğan olsaydı, dolup taşmış kırıklarım değil de şu lanet soğan olsaydı.

Your Silent VoiceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin