"bu akşam bizim çocuklarla yemekte toplanalım istiyorum hayatım. hem kaynaşmış olur, böylece sıkılmazsın burada. bir kaç ay dayanacaksın sadece."
Namjoon, ellerini nişanlısının beline sarmış yanağına ufak bir öpücük kondurarak gülümsemişti ona. nişanlısı bu hoş teklifi geri çevirmeden başını hızlıca sallamış, hatta akşam yemeğini kendisinin hazırlamak istediğini söylemişti. Namjoon bunu duyunca oldukça sevinmiş ve işlerinin başına tekrardan dönmüştü. Yoongi ve Jungkook'a haber vermek için askeriye'de gezinmiş ve diğer er askerlerine görev dağıtan Jungkook'u görünce oraya adımlamıştı hızlıca.
uzun zamandır onunla dertleşmediğini ve konuşamadığını şimdi fark ediyordu, tuhaf hissettirmişti bu. ayrıca hâlâ bir yalanın içindelerdi ve bu onu korkutuyordu. ama bu güzel günü, düşünceleriyle mahvetmek istemediğinden güler yüzle elini Jungkook'un omzuna atmış ve alayla tebessüm etmişti.
"astsubay, bu akşam müsait olursanız sizi yemeğe davet ediyoru-"
sözünün yarıda kesilmesinin nedeni yanlarına gelen Yoongi'ydi. onunla eskisi gibi olmak istese de, tuhaf bir biçimde Yoongi ondan kaçıyordu sanki. yine de bir ümit, işaret parmağını havaya kaldırdı ve gülümseyerek ikisini işaret etti.
"sizi akşam yemeğine bekliyorum çocuklar. gelmezseniz bozuşuruz ona göre. bayadır vakit geçiremiyoruz hem beraber, bunu söyleyeceğimi düşünmezdim ama sizleri özledim."
kısa bir süre merak ettiği o tepki için bakışlarını Yoongi'ye çevirmişti Namjoon. yüzünde hafif bir tebessüm ve burukluk vardı. ayrıca şimdi fark ediyordu, Yoongi oldukça kilo vermişti. sarı saçları daha solgun gözüküyordu.
bakışlarını ondan kaçırıp Jungkook'a çevirdiğinde, Jungkook bir yere odaklanmış ve bir şey söylecekmiş gibi dudaklarını aralamıştı.
"hyung, çok güzel bir fikir bu. ya jimin.. o da gelebilir mi?"
Jungkook bakışlarını ondan çekerken, bu sefer Namjoon gözlerini karşı kulübenin önünü süpüren Jimin'e çevirmişti. O da bu bakışları fark edip gibi başını üç gence çevirdiğinde çekingence bir süre Jungkook'a baktı ve sonra işini bitirmiş gibi ayrıldı oradan.
"riskli olmaz mı bu jungkook? hâlâ çok dikkatli olmalıyız. bir kaç haber geliyor buraya, artık neyden aranıyor bilmiyorum ama bir süre sonra dosya zaman aşımına uğrayacakmış. o zaman rahatlamış oluruz biraz bizde."
Yoongi, Jungkook'a omuz atıp sitem eder gibi konuşmaya başladığında Namjoon gülerek onları dinliyordu.
"bırak biraz da biz dostlar vakit geçirelim. amma plan bozmayı seviyorsun kook."
Jungkook gülümser gibi yapıp, yanlış anlaşılmamak için başka bir şey demediğinde üç genç işlerinin başına dönmüşlerdi. Jimin ise yalnız başına kulübede duruyor, Jungkook'un ona aldığı kaset çaların içindeki piyanoyu dinliyordu kısık sesle.
ikisinin yaşadığı o şeyden tam bir hafta geçmişti ve ikisi aynı kulübenin içinde kalsalar da bir kere bile konuşmamışlardı. belki düşünülmesi gereken bir şeyler vardı. Jimin çok sıkılmıştı ayrıca, her sabah aynı güne uyanıyor gibi hissediyordu. elindeki kaset çaları kapatıp masanın üstüne bıraktığında, dışarıya çıkmış ve bir askermiş gibi görünerek boynundaki tüfeğini düzeltmişti.
sınır kapısına gitmemişti hiç. o sınır kapısı, kuzey kore ile birleşiyor ve oradaki askerlerle iletişim kurulabilmesini sağlıyordu. adımlarını o yöne ilerletip, kendi işleri ile ilgilenen askerlere bakınırken her şey yine çok durgundu.
sınır kapısının hemen dışında kalan küçük bir güvenlik kulübesi vardı. oraya doğru adımlayıp içeriye bakınırken, boş olduğunu fark etti ve aklına gelen fikirle içeriye girdi. kuzey kore ve güney kore hatlarının bağlanabildiği bir telefon vardı önünde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fernweh ﻬ jikook
Aktuelle Literatur"bir şu yalnızlığın bastırdığı kanlı geçiştirmeler...büyük sofranın içinde ne diye küçük sofralar açıyorsun? çiçekleri öldürülmüş sanıyorsun, onlar zaten ölüler. çiçekleri canlanmış buluyorsun ki gerçekten canlılar. ara vermeden solan renklerin aras...