final; beni sana koşarken vurdular.

968 69 242
                                    

güneş batıyor on bin küsürüncü kez
ve doğuyor sabahı garantiye alan ümit akşama radyoyu açıyorsun kuşlardan kalan bir şarkı başlıyor bize. gök hapsinden kaçıp kaçıp konduğumuz kadar özgürlük.
biliyorum sen de yıldızları sevmiyorsun öylece duruyorlar. o iyi dilekler de kaçırdığımız demlerin içinde duruyorlar
derken hiç tanımadığımız bir yerden es(!)
hayat bu kadar tutuk işte biz bu kadar çaresizken ağlıyorsun on bin küsürüncü kez göle yeni bir gemi gibi indirilirken
o ressamın yaptığı o resimde olmayan
ve yeterince yontulmayan bir heykelse taş
ancak bir şarkıyla tamamlanandan
kulaklarımıza dönerken işimiz hep mi bu kadar yaş! durdurmam imkan dahilinde değil kalbimi ve sen... varsın bir zaaf olarak geçsin kayıtlara. evden kaçmak isteyen çocuklarla büyüdüm ben. Bir şu yalnızlığın bastırdığı kanlı geçiştirmeler. büyük sofranın içinde ne diye küçük sofralar açıyorsun?
çiçekleri öldürülmüş sanıyorsun onlar zaten ölüler. çiçekleri canlanmış buluyorsun ki gerçekten canlılar. ara vermeden solan renklerin arasında benim giderek daha da kırmızı olan bir kırmızım var senin de olsun!
son sürat sana doğru koşarken beni vurdular
sen vurdun demiyorum ama beni vurdular
benim de bu kadarcık kurşundan geçmeyen bir yaram olsun.


Bu sabah bir uyanış vardı. dünyada uykusuz kalan için de büyük bir uyku. genç, kucağındaki bedene sarılmaktan uyuşmuş kollarını yavaşça ayırmıştı. tüm perdeler kapalı, oda yıllarca güneş görmemiş gibi karanlıktı. yavaşça yanağının değdiği çıplak bedenden yüzünü ayırdı minik olan. gözlerini araladı, sadece karşısındaki yüzü izledi. dün bir bütün olmanın eşeğinden dönmüşlerdi. jungkook çocuğu gibi sakındığı adamın kollarında yine çocuklar gibi uyuyordu. jimin hafiften soğuk parmak uçlarını onun kollarının üzerinde gezdirdi. ellerini tuttu, öptü.

karşısındaki beden bunları hissedermişçesine gözlerini hızla araladı. karşısında aşık olduğu adamı görünce, bugünün son gülümsemesini ona hediye etti. jimin'i göğüsüne çekti, avuç içiyle saçlarını tutup öptü. dün gecenin ağırlığı kokuyordu her ikisi de.

"Keşke hep bu anda kalsak"

jungkook istediği fakat olmayacağını bildiği şeyi dile getirince, jimin usulca gülüp sessizce derin bir nefes vermişti. yavaş yavaş ilkbahar gelmişti bile, aklına jungkook'un yaz aylarında buradan gideceği gerçeği gelmişti. bedenine vurduğunu hissettiği sıcaklık bu düşünce ile ürpermesene neden olmuş, vücudunu değil, zihnini üşütmüştü.

sanki bugünün akşamında onunla konuşamayacağını bilirmiş gibi jungkook ile sohbet etme arzusu doğmuştu içine. hiç susmak istemiyordu.

"dün gece nasıl geçti, bana hiçbir şey anlatmadın?"

sorduğu soru ile beraber sevgilisinin omzuna çenesini yaslamış ve onun yüzünü yakından inceleme fırsatı bulmuştu. jungkook ona yöneltilen soruyla beraber uykulu sesi ile yarım yamalak bir cevap vermişti.

"güzeldi, çok mutlu görünüyorlardı."

jimin bir şeylerin ters gittiğini en başından beri biliyordu. kaşları bu soğuk, samimiyetsiz cevabın karşılığında düşmüştü. omuz silkmişti, bir nevi bu cevabı kabul etmediğinin anlamıydı.

"dün nefes nefese buradaydın, mutluluktan değildi bu acelen değil mi?

Biraz duraksadı.

"düşünüyorum da bazen doğru söylediğini sanarak kendini, herkesten çok kandırıyorsun jungkook."

iri gözlü duyduğu sözcüklerden sonra sanki jimin'in, yoongi ile olan tüm konuşmalarını bilirmiş gibi konuştuğunu düşünmüştü. bir yandan jimin haklıydı, küçük bir çocuk gibi kendini kandırmaya devam ediyordu. derin bir nefes alarak yataktan kalktığında dudaklarını konuşmak için araladı.

fernweh ﻬ jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin