#2

1.7K 66 9
                                    

Güneş daha yeni yeni doğmaya başlamıştı. Bulutların arkasından ağır ağır çıkarak, karanlık geceye muhtaç edilmiş şehri yavaş yavaş aydınlatıyordu. Pencerelerden içeri sızan ilk hafif ışıklarla evler parıldamaya başlıyorlardı.

Gece Kraliçe'sinin yerine, Gündüz Kraliçe'si geliyordu tahta.

İnsanlar, sanki yıllarca uyumuşçasına esneyerek uyanmaya başlıyorlardı. Yepyeni bir gün başlıyordu ve o gün, yeni maceralarıyla geliyordu meydana.

Azer çoktan uyanmış, ilk işi olarak duş almıştı. Sabah sabah bu çok iyi gelmişti ve yüzüne yerleştirdiği gülümseme ile evin bodruma inmişti. Burası eskiden kırık dökük, toz duman içindeydi fakat Kurtuluş Ailesi'nin gelmesi ile bambaşka bir yere dönüşmüştü. Azer burayı özel olarak mini spor salonu yaptırmış, her sabah burada spor yapıyordu. Yeri geldiğinde yalnız, yeri geldiğinde kardeşleriyle birlikte.

Kum torbasına art arda yumruk atarken, bir taraftan da müzik dinliyordu. Seviyordu spor yaparken müzik dinlemeyi. Genelde klasik olanları dinler, en sevdikleri de Mozart ve Beethoven idi.

Genel olarak derin düşüncelere dalmışken kapının aniden açılıp içeri kendisinden üç yaş küçük olan kardeşi Yılmaz Kurtuluş girdiğinde, durup sallanan torbayı da durdurmuştu.

Yılmaz: abi günaydın. Erkencisin.

Azer: uyandırdım mı sizi?

Yılmaz: yok, bizimler yavaş yavaş uyanıyorlardı zaten.

Azer: tamam.

Yılmaz: annem dün olanları anlattı. Gece eve geç gelmişsin, yolda bir aksilik çıkmış. Hayırdır? Ne oldu?

Azer: Yılmaz annem seni, benim ağzımı aramak için mi gönderdi?

Yılmaz: hayır, ne alaka?

Azer: Yılmaz yalan söyleyemiyorsun, zorlama.

Yılmaz: ya of, evet. Kendisi bir cevap alamayınca beni soktu ortaya. Ne yapayım? Karşı gelemezdim ki.

Azer: tamam, anladım. Söyle ona, kötü bir şey olmadı. Sadece bir arkadaşa yardım ettik Utku ile. Bu kadar.

Yılmaz: peki.

O esnada şehrin öbür ucunda bir aile daha kalkmıştı ayağa. Yavaş yavaş kahvaltıya hazırlanıyorlardı fakat bu aile diğerlerinden farklıydı. Bu ailenin üyeleri dışarıdan bakıldığında masum biri olarak görünür, sütten çıkmış ak kaşık gibiydiler. Aslında hiçte bile öyle değildi...

Irmak: Fahriye, Emre! Hadi çocuklar, uyanın artık! Okula geç kalıyorsunuz! Karaca kızım git uyandır şu kardeşlerini. Sofra çoktan hazır, bunlar hâlâ yataktan çıkamadılar.

Karaca: tamam anne, gidiyorum.

Burası Koçovalı Ailesi'nin evi. Aslına bakarsanız garip olan bir şey yok. İki katlı küçük ev, salon dahil üç oda ve küçücük mutfak. Bu ailenin beş üyesi vardı; anneleri Irmak, babaları Cavit ve sıra ile üç kardeşler Karaca, Emir ve Fahriye. Belki de şaşırılacak bir durum yoktur gibi görünüyor fakat insan hep gözlerinle gördüğüne inanmamalı.

Cavit Koçovalı bu çocukların üvey babasıdır. Öz babaları Fahriye daha küçükken vefat etmişti. Her ne kadar akraba ve arkadaşlarının evlenmemek konusunda ısrarcı olmalarına rağmen, Irmak yeniden evlenmişti. Üstelik birde Cavit'i nereden bulup da bu eve getirdiği belli değildi. Anlatılanlara göre parkta karşılaşmışlar, Cavit hemencecik Irmak'a deli divane aşık olmuş, çocuklarının üvey olduklarını bile bile nikahı basmıştı. En azından etraftakiler bunu böyle biliyordu.

SEVMEK SADECE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin