#6

563 38 1
                                    

O günden sonra Karaca işe dönmemişti. Yaşadığı bu büyük olay onu şiddetli bir şekilde etkilemişti. Nefret ediyordu böyle şeylerden. Dünyanın çokta iyi bir yer olmadığını biliyordu fakat bu kadar da kötü olamazdı. Her şey bu kadar iğrençleşmemeliydi.

Her ne kadar zor olsa da Melike ile arkadaş olabilmişti. Açıkçası Melike şaşkındı. Karaca'dan böylesi bir hareketi beklemiyor, her gün bu yüzden de binlerce kez ona teşekkür ediyordu. Karaca ise sadece üzerine düşeni yaptığını söylüyordu. Melike, o şirkette bir daha asla çalışmayacağını söylemiş ve oradan ayrılmıştı. Karaca ona ikna etmeye çalışıyordu kalması için fakat Melike'nin kararı kesindi; o ırz düşmanının şirketinde çalışmayacaktı. İki genç kız ne yapacakları konusunda en ufak bir fikri olmadıkları için birlikte hareket edeceklerine karar vermişlerdi. Nerede çalışacaklarını düşünüyor, günlerce kendilerine iş bulmakla meşguldüler.

Karaca, o gün büyük sinirle eve gelmişti. Hâlâ unutamıyordu o halini. Haliyle kızının ne halde olduğunu gören Irmak derhal işe el atmıştı. Sorup soruşturduktan sonra öğrendikleriyle şaşkınlığa uğramıştı fakat sonra Azer'e beddualar okumaya başladı. Yaptığı gerçekten de iğrençti. Kızının üzülmesine dayanamayan Irmak, Karaca'nın eskiden çalıştığı kafeye gitmişti. Güç bela müdürü ikna edebilmiş ve Karaca yeniden o kafede çalışmaya başlamıştı. Sıkılmasın diye Melike'yi de yanına almıştı. Böylece iki kız birlikte güle eğlene çalışıyorlardı.

Azer ise o gün yaşananlardan sonra darmadağın olmuştu. Hatasını kabul etmiş ve özür dilemek için Karaca'yı aramıştı ama nafile. Kız onu tamamen engellemiş ve aramasına son koymuştu. Melike'yi arayayım derken hangi yüzle sormuştu kendisine. Onca şeyden sonra onu bir daha asla arayamazdı. Karaca'yı da. Bu yüzden de günlerce kendisinde değildi.

Oğlunun bu halleri gözünden kaçmayan Fadik, sorup olanları öğrenmeye çalışsa da Azer anlatmıyordu. Nasıl olsa kendisi halledeceğini söyleyip geçiştiriyordu. Yılmaz'dan abisiyle konuşmasını istese de yine bir sonuca ulaşamamıştı. Azer, susuyordu.

Her şeye rağmen Karaca ile konuşacağını kafasına koyan Azer, onu aramaya başlamıştı. Nereye gidebileceği konusunda düşündükten sonra tekrar o kafede olabileceğini tahmin edip oraya gitmişti. Ama yanlış tahmindi. Karaca burada yoktu. Orada çalışanlara kendisini sorunca da kimsenin haberi olmadığını öğrenip geri dönmüştü.

Azer: nereye gittin ya?

Evin adresini kafedekilerden sormuştu fakat kimse bilmiyordu. İyice sinirlenmeye başlamıştı. Çıldıracaktı. Nereye gidebilirdi ki bu kız? Bu kadar mı nefret ediyordu ondan? Kaçıp gitmek, yüzünü bir daha görmeyecek kadar mı üzmüştü onu? Halbuki kötü niyeti yoktu.

Uzun arayışlardan sonra yorgunluktan daha fazla gaza basamayacağını anlamış ve deniz kenarına gitmişti. Oradaki banklardan rastgele birine oturup denizin kokusunu içine çekti. Gerçekten de çok yorulmuştu. Dalgaların kayalara çarpışı, kuşların sesleri ona iyi gelmişti. Manzara tedavi gibiydi.

Düşündü. Keşke o gün Görkem'i aramasaydı. Keşke Melike'yi kovmasaydı. Duraksayıp kendine sordu; bunu yaparken hangi yerinle düşünüyordun Azer? Oturduğun yerle mi? Bilemedi. İşlerin gelip bu noktaya çatacağını tahmin bile edemedi.

Azer: demek ki bu dünyada her şey senin sandığın kadar kolay değilmiş Azer Kurtuluş. Vazgeçmeyeceğim. Bulacağım seni. Ne kadar benden kaçsan da seni bulup konuşacağım. Her şeyi izah etmeme izin vereceksin.

Gerçi neyi anlatacaktı ki? Mantıklı bir açıklaması yoktu. Yaptığı hayvancaydı ve şimdi de bedelini ödüyordu. Bir ağırlık, bir hüzün, bir acı çöktü üzerine. Yutkundu. Boğazını temizlerken kalbinin titrediğini hissetti. Sanki sol tarafında incecik bir yaprak vardı, esen rüzgarla kıpırdayıp duruyordu. Kötüydü, çok kötü.

Azer: ne yapacağım? Nasıl geri getireceğim Karaca'yı?

Yılmaz: abi?

Arkasını dönüp şaşkınlıkla ona yaklaşan Yılmaz'a baktı. O kadar düşüncelerine dalmıştı ki, kardeşinin nasıl araba ile gelip arkadan yaklaştığını duyamamıştı.

Azer: senin ne işin var lan burada? Nasıl buldun sen beni?

Yılmaz: (gülümseyerek) seni bulmak o kadar da zor değil abi.

Azer: kes lan. Edebiyat çalma bana şimdi. Bana bak takip mi ediyorsun yoksa sen beni?

Yılmaz: ya aşk olsun abi!

Azer: Allah korusun!

Yılmaz, göz devirdi.

Yılmaz: önce şirkete gittim, senin orada olmadığını öğrendiğimde nereye gittiğini sordum. Sonra aklıma **** kafesi geldi. Buraya geldiğimde ise içeri girmeden seni fark ettim.

Azer: aferin. Zekanla parlıyorsun.

Azer, göz devirerek önüne döndü. Yılmaz, abisine bir şeyler olduğunu düşünüp yanına oturdu. Bir süre sessizce denizi izlediler. Merakından çatlayan Yılmaz, sonunda konuştu.

Yılmaz: evdeki hallerin bir garipti. Annem merak etti seni. Açıkçası bende. Bir şey mi oldu?

Azer: Yılmaz konuşmak istemiyorum. Rahat bırak beni.

Yılmaz: ama anlatmazsan nasıl çözeriz be abiciğim? Derdini söyle de dermanını da bulalım.

Azer: lan başlayacağım şimdi sana da okuduğun kitaplara da ha! Kafamı şişirmeye mi geldin sen?

Yılmaz: yok, cidden merak ediyorum. Kötü bir şey olmamıştır inşallah.

Azer, tekrar susarak bakışlarını Boğaziçi Köprüsü'ne çevirdi. Bugün sanki bir ayrı güzeldi köprü. Yoksa ona mı öyle geliyordu? Anlatıp anlatmamak arasında sıkışıp kalmıştı. Belki gerçekten de anlatsa kardeşi ona yardım edebilirdi. Birlikte çözerlerdi bu sorunu. Ama nereden başlayacaktı ki? Yılmaz salak değil. Karaca'ya olan bu ilgisinin sebebini de soracaktı elbet ve işte o zaman işler daha da zorlaşacaktı. Zira kendisi bile bu sorunun cevabını bulamamıştı. Anlatsa mıydı?

Azer: anlatsam soru sormadan beni dinler misin?

Yılmaz: dinlerim tabii abi. Yeter ki anlat sen.

Acaba her şeyi açıp döktükten sonra kardeşi ondan nefret edecek miydi? Ona aşağılık herifin teki olduğunu söyleyecek miydi? Hatta sonra belki annesine de anlatacaktı, ki Yılmaz'ı tanıyorsak mutlaka ağzından kaçıracaktı bir şeyler. Yaptığı hata yüzünden bir tek Karaca'nın ve Melike'nin ailelerini değil; kendi ailesini de dağıtacaktı. Bunu bildiği için kendisinden bir kez daha nefret etti.

Azer: tamam, anlatacağım. Ama anlattıklarım sende ve sonra da annemde nasıl bir etki yaratacak bilmiyorum. O yüzden sakin ol ve dinle.

Yılmaz, olumlu bir şekilde kafasını salladı. Azer, yavaş yavaş her şeyi anlatmaya başlamıştı. En baştan beri yaşadığı ve yaşattığı her şeyi. Anlaşılan bugünkü gün bir ayrı garip bitecekti.

SEVMEK SADECE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin