Azer, işittiği sesin sahibe bakmak için yavaşça kafasını kaldırıp arkasına yaslandı. Karaca, sorduğu soruya cevap alamayınca mecbur müşterilere bakmıştı. Beklemiyordu karşısında Azer'i görmeyi. Ufak çaplı şaşkınlık geçirdikten sonra sesini düzelterek devam etti.
Karaca: kusura bakmayın Azer Bey. Sizin geldiğinizi fark edemedim.
Azer: (gülümseyerek) bende senin burada olduğunu fark edemedim. Geldiğimde ortalıklarda yoktun.
Karaca: olabilir. Siparişinize karar verebildiniz mi?
Yılmaz: ee... evet. Ben bir Sezar salatası alayım.
Karaca: ne içersiniz?
Yılmaz: ee Pepsi alırım.
Karaca: peki.
Yılmaz'ın söylediklerini deftere yazarken Azer'de yüzündeki belli belirsin gülümseme ile onu izliyordu.
Karaca: siz?
Azer: bana da aynısından. Ama gazoz yerine kırmızı şarap olsun.
Yılmaz, gözlerini kısarak baktı abisine. Azer, hiçbir zaman kafelerdeki şaraplardan içmezdi. Başka müşterilere dökerken şişenin mutlaka açık kaldığını ve sonra da şarabın tüm tadının kaçtığını söylerdi. Zira şarap şişesi ne kadar açık kalsa o kadar ziyan olurdu. Çok güvendiği ve sevdiği Ferdi ustası onun için özellikle şarap yapar ve yollardı. Onun yaptığı şaraptan başka hiçbirini tercih etmezdi. Bu sefer bir başkaydı.
Karaca: tabii. Nasıl isterseniz. Siparişiniz birkaç dakika içerisinde hazır olacak. İyi günler.
Yılmaz: teşekkür ederiz.
Karaca, elbette böyle ani görüşmeyi beklemiyordu fakat yüzündeki ifadeyi değiştirmeden yanlarından ayrılmıştı. Şu an Azer'i düşünemezdi. Zaten dünden bugüne ortalık yangın yeriydi. Azer Kurtuluş, kendi dertleriyle bir kenarda dursun lütfen. Mutfağa girip siparişi devrettikten sonra kafenin arka tarafına geçmişti. Azer ise, biraz düşüncelere dalmıştı. Kızı gördüğüne sevinmiş miydi? Sevinmişti. Bu her halinden belliydi. Ama galiba çokta burada kalamazdı. Zaten kızın sesinden belli oluyordu kötü bir şey olduğu. Üzerine gitmemeyi tercih etti. Ama iyi oldu bu, itiraf ediyordu.
Yılmaz: vay anasını...
Azer: ne?
Yılmaz: abi kız yanımızdan ayrılalı iki dakika bile olmadı senin yüzün gökkuşağının yedi rengine girdi. Hayırdır? Ne iş?
Azer: Yılmaz bir gün senin o dilindeki yerli yersiz kelimeleri öyle bir kopartacağım ki aklın karışacak. Hadi hadi, işimiz gücümüz var.
Yılmaz: hadi be! Kelimeleri nasıl kopartacaksın? Karaca galiba senin Türkçe'ni de elinden almış. Gerçi bir tek o kaldı da...
Azer: ne diyorsun olum?
Yılmaz: (gülümseyerek) bir şey yok. Hadi devam edelim.
İşlerini konuşmaya devam ettiler. O sırada Karaca daha da kötüleştiğini hissediyordu. Galiba başı dönüyordu. Eve gitse miydi? Müdüre ne diyecekti ki? Telefonunu çıkarıp önce annesini aradı.
Irmak: efendim anneciğim.
Karaca: anne nasılsın? Kendine gelebildin mi dünden sonra?
Irmak: iyiyim işte annem. Yemek hazırlıyorum. Birazdan çocuklar okuldan gelecekler. Sen nasıl oldun?
Karaca: yani... iyi değilim desem yeridir.
Irmak: istersen izin al ve eve gel.
Karaca: bilmem. Müdür çok mu kızar acaba?
Irmak: kendini kötü hissettiğini söyle. Hem sesinden de belli oluyor her şey.
Karaca: tamam, geliyorum o zaman birazdan.
Telefonu kapatıp cebine sıkıştırdı. Yüzünü ovup ayağa kalktı. Önce arkasındaki İstanbul manzarasına baktı. Harika... Büyüleyici gibiydi. Şaşırıyordu; bu kadar küçük şehirde nasıl bu kadar çok kötülük olabilirdi? Daha sonra içeri girip müdürün odasına yürüdü. Bir şeyler uydurup izin aldıktan sonra da Melike'nin yanına gitmişti.
Melike: gidiyor musun?
Karaca: evet. Kendimi pek iyi hissetmiyorum. Sen halledebilecek misin?
Melike: üzüyorsun. Ne zaman seni dar günde yalnız bıraktım ben?
Karaca: (gülümseyerek) sağol kanka.
Pamir: Karaca? Gidiyor musun?
Karaca: evet Pamir. Dün olanlar... Benim biraz kafamı toparlamam lazım.
Pamir: haber ver.
Karaca: ok. Görüşürüz.
Melike: bay bay!
Karaca, eve doğru yol almıştı. Pamir'in de her şeyden haberi olduğu ama onun da konuşmadığını anlayan Melike, merakına yenik düşmüştü.
Melike: Pamir
Pamir: efendim
Melike: dün gece ne oldu?
Pamir: maalesef anlatamam Melike. Yani Karaca susmamı söyledi. Eğer lazım olursa o kendisi anlatır, biliyorsun.
Melike: iyi madem.
Y: 7 masa için salatalar hazır!
Melike: hadi kaçtım ben.
Siparişleri götürdüğünde o da karşısında Azer'i görmeyi beklemiyordu. Karaca'nın yerine Melike'yi görmek Azer için iki tane art arda şok yaşamak demekti. Melike, kızgın bakışlarını yollayıp hiçbir söylemeden geri dönmüştü. Eğer isteseydi onu oracıkta yırtardı fakat yapamadı. Hesap sormanın sırası değildi şu an. Azer, kendine gelip yemeğine koyuldu. Bir süre sonra Yılmaz'ın donup kaldığını gördü. Önünde elini sallayınca Yılmaz dünyaya geri dönüş yaptı.
Azer: n'oluyo olum?
Yılmaz: o kimdi?
Azer: kim?
Yılmaz: işte gelen kız.
Ağzı açık ve hayran kalmış gibiydi. Kaşlarını çattı Azer.
Azer: ohoo... Durum vahim galiba.
Karaca, eve gelip direkt annesine sarılmıştı. Anne kız bir süre sarılmanın ardından Fahriye ile Emre'nin gelmeleri için yemek hazırlamaya başladılar. O sırada çocukların okudukları okulda son ders bitmişti. Emre, kardeşinin elini tutup konuşarak eve doğru yürümeye başlamışlardı. Birden karşılarında duran siyah araba ile ne yapacaklarını bilemediler. Arabanın içinden iki adam çıkıp çocukları zorla içeri sokup çekip gitmişlerdi. Kimse bunu görememişti.
Saat epey geç olunca Irmak endişelenmeye başladı. Çocukların çoktan gelmeleri gerekiyordu. Öğretmenlerine aramışlardı ama o, bütün öğrencilerin çoktan okuldan çıktıklarını söylemişti. Arkadaşlarına filan gidebileceklerini düşünüp en yakınlarındaki komşularını aramaya koyuldular fakat Fahriye ile Emre onlarda değildi. Irmak'ın içi iyice sıkıştı. Kesin bir şey olmuş düşüncesi peşini bırakmıyordu. En son polise gitmeye karar verdiler. Olan biten ne varsa anlatıp polislerden, aramalara ancak 24 saat sonra başlayabilecekleri cevabını almışlardı. Perişan halde eve geldiler. Irmak, ağlamaktan fenalaşınca komşular toplanmıştı evin içine. Hepsi ona destek oluyorlardı. Karaca, dayanamayıp dışarı çıktı.
Melike: ya kim ne ister küçücük çocuklardan ya?!
Pamir: kim bilir karşılığında ne isteyecekler hayvan herifler.
Melike: ya ben anlamıyorum! Bu 24 saat sonra aramaya başlamakta nereden çıktı? Bu nasıl bir saçmalık? Ya bu süreçte onların başına bir şey gelirse?
Pamir: ağzını hayra aç kızım.
Melike: off... Karaca? Sen neden konuşmuyorsun?
Evin önündeki merdivenlere çöküp düşünüyordu Karaca. Korktuğu şeyin başına gelebilmesini düşünüyordu.
Karaca: galiba ben biliyorum kimin yaptığını.
Melike: kim?
Devam edecek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEVMEK SADECE
LosoweSevmek sadece bizim gibilere mi günah Söyleyemediğim ufak tefek bir itiraf Böyle masum bir aşkı itiraz edemiyorsan Sende de var en az benim kadar yalan dolan.